Ümmü Seleme radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin en son vefat eden hanımlarından… Erkam’ın evinde İslâm ile şereflenen ilk müslümanlardan… Habeşistan ve Medine’ye hicret eden ilk kafilede yer almış çilekeş bir İslâm mücâhidesi… Hudeybiye antlaşmasından sonra gösterdiği dirâyet ve fetanetiyle, efendimize verdiği fikri desteği ile tanınan bir annemiz… Zekâsıyla, soyu, güzelliği, iffeti, nezâketi ve nezâhetiyle Rasûlullah’a aile olma şerefine eren bahtiyarlardan… Mü’minlerin annesi….O, bi’setten onbeş sene önce Mekke’de doğdu.
Asıl adı Hind’dir. Ebû Seleme künyesidir. Mahzum kabilesine mensuptur. İlk evliliğini halasının oğlu Abdullah İbni Abdülesed ile yaptı. Habeşistanda ondan Seleme adında bir oğlu oldu. Ona nisbetle Ümmü Seleme dendi. Bu künye ile meşhur oldu. Babası, Kureyş’in sayılı cömertlerinden Ebû Ümeyye Süheyl İbni Muğıyre’dir. “Zâdür-Rakb = Yol azığı” lakabıyla meşhurdur. Her yolculuğa çıktığında arkadaşına da yetecek miktarda yanında azık bulundurduğu için bu lakabı almıştır. Annesi, Âtike binti Âmir’dir.
O, kocasıyla beraber Erkam’ın evinde İslâmiyeti ilk kabul edenlerdendir. Habeşistan’a birlikte hicret ettiler. Medine’ye hicretleri ise tam bir destanlıktı. Çok sıkıntılı ve eziyetli oldu. Onun müşrik akrabaları Ebû Seleme’ye; Ümmü Seleme’nin götürülmesine müsaade etmeyeceklerini söylediler. Yolları tutuldu. Kocasından ve çocuklarından ayırdılar. Ebû Seleme (r.a.) yanlız kaldı. Tek başına Medine yollarına düştü. Oğlu Seleme ile hanımı Ümmü Seleme’yi Mekke’de bıraktı. Medine’ye hicret ile ilgili safhayı Ümmü Seleme kendisi şöyle anlatır:
“Akrabalarım beni Ebû Seleme’nin elinden alınca, onun yakınları da oğlum Seleme’yi benim yanımdan almak istediler. Oğlumu aralarında çekiştirmeğe başladılar. Münakaşa ve gürültüler arasında çocuğu, kolundan, ayağından çeke çeke alıp götürdüler. Bir yıla yakın, sabahtan akşama gözyaşı döktüm. Nihayet bana acıdılar da: “İstersen kocanın yanına gidebilirsin” dediler. Ebû Seleme’nin akrabaları da oğlumu getirip bana verdiler. Ben ve oğlum birlikte Medine’ye hareket ettik.”
Ümmü Seleme (r.anhâ) uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaştı ve kocası Ebû Seleme ile buluştu. Artık hasret ve çile sona ermiş, aile fertleri tekrar birbirine kavuşmuştu. Mes’ud ve bahtiyar idiler. Birgün sevinçli olarak kocası eve geldi. Sevincinin sebebini şöyle anlattı: “Resûlullah (s.a.)’den bir söz işittim de ona sevindim. Müslümanlardan bir kimse müsîbete uğradığı zaman “innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” der, sonra da: “Allahım! Bu uğradığım musîbetin mükâfatını ihsan et ve beni ondan daha hayırlısına nâil eyle” diye duâ ederse, muhakkak Allah onun duâsını kabul eder” buyurdu.
Günlük hayatları sevinç içerisinde geçen bu çilekeş aile öylesine birbirine muhabbetle bağlıydı ki, kocası kendisinden evvel ölürse bir başkasıyla evlenmeyi dahi düşünmeyecek kadar Ümmü Seleme’nin gönlü sevgi dolu idi. Hatta o, kocasıyla karşılıklı anlaşma yapmak istedi. Ebû Seleme’ye şunu teklif etti:
“Ey Ebû Seleme! Cennetlik kocası ölen cennetlik bir kadın, sonradan başkası ile evlenmezse, Allah muhakkak onu cennette kocasıyla bir araya getirecektir. Aynı şekilde, cennetlik bir hanımı vefât eden cennetlik bir erkek de sonradan başka bir kadınla evlenmezse, Allah muhakkak onu da hanımıyla bir araya getirecektir. Öyle ise gel seninle sözleşelim. Ne sen benden sonra evlen, ne de ben senden sonra evleneyim.” dedi.
Ebû Seleme, hanımının bu teklifini kabul etmedi. Ona: “Sen benim sözümü dinle! Ben öldüğüm zaman sen evlen” dedi. Arkasından çok sevdiği hanımı için duâ etti: “Allahım! Ümmü Seleme’ye benden sonra daha hayırlı ve onu hor görmeyecek, incitmeyecek bir koca nasib et” dedi. Hanımı bir şey diyemedi ve söz böylece kapandı.
Bu konuşmanın arasından fazla bir zaman geçmedi. Uhud günü kahramanca çarpışan Ebû Seleme (r.a.) birkaç yerinden derin yaralar almıştı. Tedavi edilir gibi olmuş ise de tam kapanmamıştı. Fakat o bu haliyle bile Beni Esed kabilesi tarafına gönderilen seriyyeye komutan tayin edildi. Katan seferi diye anılan bu seriyye zaferle Medine’ye döndü. Bu seferden sonra Ebû Seleme’nin yaraları tekrar deşilmeğe, açılmağa başladı. Yatağa düştü. Rahatsızlığı beş ay kadar devam etti. Ümmü Seleme (r.anhâ) kocasına fedâkârâne bir şekilde sevgi ve hürmetle hizmet etmeğe çalıştı.
Gün geçtikçe hastalığı ağırlaşan Ebû Seleme (r.a.) bir daha ayağa kalkamadı. Nihâyet şehadet şerbetini içti. Onun vefâtını haber alan iki Cihan Güneşi efendimiz hemen Ebû Seleme (r.a.)’in evine geldi. Ortada uzanıp yatan cesedinin başucuna oturdu. Onun açık kalan gözlerini mübarek elleriyle kapadı ve : “Şüphesiz ruh çıktığında göz onu takip eder” buyurdu. Orada ağıtlar yakarak ağlaşan kadınlara döndü ve: “Siz kendiniz için hayırdan başka şeye duâ etmeyin. Çünkü melekler söylediklerinize “Amin ”derler” buyurarak onları uyardı. Daha sonra Ebû Seleme (r.a.) için şöyle duâ etti.
“Allahım! Ebû Seleme’yi affet.. Derecesini hidâyete erenler arasına yükselt. Arkasında kalanlar için de sen halef ol! Bizi de onu da affet. Ey âlemlerin rabbi! Ona kabri içinde genişlik ver. Orada onun nurunu çoğalt” buyurdu.
Ümmü Seleme (r.anhâ) kocası Ebû Seleme vefat edince Efendimize nasıl duâ edeyim diye sordu. Resûl-i Ekrem (s.a.) de: “Yâ Rabbi! Beni ve onu afffet. Bana onun ardından, daha hayırlı bir bedel ihsan et diye duâ et” buyurdu.
O, bir taraftan bu duâya devam ederek teselli buluyor, bir taraftan da hayretini saklayamıyordu. Acaba Ebû Seleme’den daha hayırlı olan kimdi?
Ümmü Seleme (r.anhâ), inancı uğruna çok çileler çekmişti. İmanından taviz vermemek için büyük fedakârlıklara katlanmıştı. Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz onun gibi mücâhide bir hanım sahabîsinin dört çocuğu ile ortada kalmasına gönlü râzı olamazdı. İddet müddeti bitince ashâb-ı kiramdan bir çoğu ona evlenme teklifinde bulundu. Fakat hiç kimse müsbet cevap alamadı. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (r.anhum) efendilerimiz de ayrı ayrı tâlip oldular. Onlar da müsbet cevap alamadılar. Bir müddet geçtikten sonra Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz evlenme teklifinde bulundu. Bu iş için Hatib İbni Belta’yı dünürcü olarak gönderdi. Ümmü Seleme (r.anhâ) Resûlullah (s.a.)’in elçisi gelince duâsının kabul edildiğini anladı. Buna çok sevindi. Fakat gönlünde bir takım endişeleri vardı. Bunlar zihnini tırmalıyordu. Dört tane çocuğu vardı. Bunların Efendimizi rahatsız etmelerinden korkuyordu. Bu ve buna benzer sebeplerle Hatib (r.a.)’ dan özür diledi.
İki Cihan Güneşi efendimiz onun bu nâzik düşüncesine mukabeleten bizzat kendisi gitti ve nâzikâne bir ifâde ile ona evlenme teklifinde bulundu. Bunun üzerine Ümmü Seleme (r. anha) gönlünü ve zihnini meşgul eden düşünceleri ve endişeleri bir bir açıklamak zorunda kaldı. Şöyle dedi:
“Yâ Rasûlallah! Ben yaşlı bir kadınım. Hem çocuklarım var. Aynı zamanda çok kıskancım. Benden hoşlanmıyacağınız bir hareketle karşılaşırsınız da Allah’ın azâbına uğrarım diye korkuyorum. Sonra velîlerimden nikâh şahitliği yapabilecek kimse de yok” dedi. Bunun üzerine Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz onun gönlündeki sıkıntıları, endişeleri gidermek için tek tek sorularını şöyle cevaplandırdı:
“Yaşlı bir kadın olduğunu söylüyorsun. Senin başına gelen benim de başımdadır. Bir kadının kendinden daha yaşlı bir erkekle evlenmesi ayıp değildir. Çocuklarından bahsettin. Senin çocukların benim de çocuklarımdır. Onların geçimleri Allah ve Resûlüne aittir. Kıskanç olduğunu söylüyorsun. Bunu senden kaldırması için Allah’a duâ ederim. Yanında nikâh şahitliği yapabilecek velinin olmadığını söylüyorsun. Burada olan ve olmayan velîlerin içerisinde bana râzı olmayacak yoktur” dedi.
Ümmü Seleme (r.anhâ)’nın gönlündeki sıkıntılar bir bir kayboldu. Zihnini meşgul eden endişeler korkular hepsi yok oldu. Bu kadar açık ve kesin cevap karşısında teklifi derhal kabul etti ve oğlu Ömer’e “Yâ Ömer! Kalk! Beni Resûlullah’a nikâhla” dedi.
Hicri 4. yılın şevval ayının sonlarında nikâhları kıyıldı. Mü’minlerin annesi olma şerefini elde eden Ümmü Seleme (r.anhâ) vâlidemize bir oda tahsis edildi. Düğün yemeği verildi. O günkü hatıralarını kendisi şöyle anlatır:
“Vefat eden Zeyneb’in odası bana verildi. Odada bir adet çanak, bir adet su testisi, bir el değirmeni, içi hurma lifi ile dolu bir yastık ve bir yatak, bir de çömlek vardı. Çömleğin içinde erimiş yağ, çanaktada arpa bulunuyordu. Arpayı el değirmeninde öğütüp çömlekte bulamaç yaptım. Biraz da yağ koydum. İşte Rasûlullah’ın düğün yemeği buydu.”
Ümmü Seleme (r.anhâ) annemiz asâlet sahibi bir hanımefendi idi. Efendimize karşı hep asîl davranışlar sergiledi. Veda Haccı dâhil yanından hiç ayrılmadı. Pek çok hâdiseye şâhit oldu. Fahr-i Kâinat (s.a) efendimizin hadislerini iyi zaptetti.
O, birgün Efendimizle birlikte oturuyorken Hz. Fâtıma (r.anhâ) ile, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r. anhüm) efendilerimiz geldiler. Beraberce yemek yediler. Bu sırada Ahzab sûresi: 33. Âyet-i celîle nâzil oldu. Meâlen: “Ey ehl-i beyt! Allah sizden kiri günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor” buyuruldu. Resûl-i Ekrem (s.a.) hemen, kızını, damadını ve torunlarını hırkasının içine aldı ve: “Ya Rabbi! Bunlar benim ehl-i beytim ve yakınlarımdır. Onlardan günahları gider ve onları temizle” buyurdu. Ümmü Seleme annemiz böyle bir fırsatı kaçırmak istemeyerek hemen: “Yâ Rasûlallah! Bende ehl-i beyttenim” dedi. Efendimiz de: “Evet! İnşaallah” buyurarak onu taltif etti.
O, hayatını zühd, takva ve ibadetle geçirdi. Hanım sahabiler arasında fıkhı en iyi bilenlerdendi. Bilhassa hanımlarla ilgili meselelerde İslâm fıkhını en iyi bilen sahabiler arasında yer aldı. Hadis ilmine de çok büyük hizmetlerde bulundu. Hadis rivayetinde Hz. Aişe (r.anhâ) annemizden sonra ikinci sırayı aldı. 378 hadis-i şerif rivâyet etti. Bunlardan birkaçı şu meâldedir:
“Kocası kendisinden râzı olduğu halde ölen kadın Cennete girer.”
“Ey kalbleri hâlden hâle döndüren Allah! Kalbimi dinin üzerine sâbit kıl.”
“Namaz, namaz, namaza devam ediniz. Eliniz altındakilere güçlerinden fazla iş yüklemeyiniz. Kadınlarınız hakkında Allah’tan korkun. Onları, Allah ile muâhede ederek aldınız ve Allah adı ile kendinize helâl ettiniz.”
Ümmü Seleme (r.anhâ) dirayetli, zeki ve problemlere çözüm üreten bir annemizdi. Efendimize fikren destek verirdi. Hudeybiye antlaşmasından sonra Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz ashabına, kurbanlarını kesip başlarını traş etmelerini emretti. Antlaşma metninden hoşnut olmayan ashab bu emri duymamazlıktan geldi. Kimse yerinden kıpırdamadı. Emrini üç defa tekrarladığı halde kimse bu emre uyma eğilimi göstermedi. Bunun üzerine İki Cihan Güneşi efendimiz Ümmü Seleme (r.anhâ) annemizin çadırına girdi ve: “Şunları görüyor musun? Onlara emrediyorum da icabet etmiyorlar” diye ashabın kayıtsızlığından bahsetti. Firaset sahibi annemiz Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimize şu hatırlatmada bulundu: “Ya Rasûlallah! Emrini yerine getirmek istiyor musun? O halde dışarı çık, kurbanlık develerini kes ve traşını ol. Ashaba bir şey söyleme!” dedi.
Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz bu samimi fikri benimsedi ve bu zekice tavsiyeye göre hareket etti. Tek başına çadırdan çıktı. Ashabdan hiç birine bir şey söylemeden menâsiki yerine getirdi. Kurbanlık develerini kesti. Traşını oldu. Efendimizin bu şekilde hareket ettiğini gören ashab da hızla yerlerinden kalkıp kurbanlarını kestiler ve traşlarını oldular.
Ne firaset… Ne teslimiyet!.. Ne kadirşinaslık!.. Allah Rasûlü hanımının görüşüne uyuyor… Onun fikrine değer veriyor… Fakat bütün ashab Annemizin görüşü doğrultusunda menâsiki yerine getiriyor… Hiç bir ashabına bir şey demiyor… Efendimizin peşinden kurbanlarını kesiyor ve traş oluyor… Böylece kalplerdeki burûdet gideriliyor ve ülfet peyda oluyor… Ne ferasetli bir hareket!… Allahım bizlere de böyle ferasetli hareketler nasip et!..
Ümmü Seleme (r.anha) bir çok sahabinin erişemediği bâzı ulvî manzaralara da şâhit oldu. Bir defasında Resûl-i Ekrem (s.a) efendimizin bir kimse ile konuştuğunu gördü. Onu Dıhye (r.a.) sandı. Efendimiz onun Cebrail olduğunu söyledi. Annemiz, vahiy meleğini görmenin sevinciyle Allah’a hamdetti.
Birgün yine Efendimiz, Ümmü Seleme (r.anhâ)’nın yanında iken Cebrâil (a.s) geldi. Fahr-i Kâinat efendimiz annemize: “Kapıyı üzerimizden kapa. İçeriye kimseyi alma” buyurdu. Onlar içerdeyken Hz. Hüseyin (r.a.) geldi. İçeri girmek istedi. Ümmü Seleme (r.anhâ) ona mâni oldu. Fakat Hz. Hüseyin bir fırsatını bulup içeriye daldı ve Rasûlullah’ın kucağına oturdu. İki Cihan Güneşi efendimiz torununu öptü ve sevdi. Cebrail (a.s), onu çok mu seviyorsun? diye sordu. Efendimiz de: “Evet, çok seviyorum” buyurdu. Bundan sonra aralarında şöyle bir konuşma geçti:
– “İyi ama ümmetin onu şehid edecek”
– “Demek onu mü’minler öldürecek?”
– “Evet!.. İstersen onun şehid edileceği yeri de sana haber vereyim” dedi ve Cebrail (a.s.) kısa bir müddet oradan ayrıldı. Kerbelâ’dan getirdiği bir avuç kırmızı ve ıslak toprakla döndü. Resûl-i Ekrem (s.a.)’in mübârek gözleri yaşardı. Cebrâil (a.s.)’in getirdiği toprağı saklaması için Ümmü Seleme annemize verdi.
İki Cihan Güneşi efendimizin dâr-ı bekâ’ya göç eylemesinden sonra Ümmü Seleme (r.anhâ) annemiz torunlarını gördükçe göz yaşı dökerdi. Onlara bir zarar gelmemesi için elinden gelen gayreti gösterirdi. Aradan yıllar geçti. Cebrâil’in verdiği haber gerçekleşti. Hz. Hüseyin (r.a.) 61. hicrî yılda Kerbelâda Yezid’in adamları tarafından şehid edildi. O sabah Ümmü Seleme annemizin ağladığı görüldü. Sebebi sorulduğunda şöyle dedi.
“Rüyamda Rasûlullah (s.a.)’i gördüm. Başında, saç ve sakalında topraklar vardı. “Ey Allah’ın Rasûlü size böyle ne oldu?” diye sordum. “Biraz önce Hüseyin’i şehid ettiler” buyurdu. İşte bu gördüğüm rüyanın tesiriyle ağlıyorum” dedi.
Hz. Hüseyin’in şehadetine sadece insanlar değil, cinler dahi göz yaşı dökmüşlerdi. Ümmü Seleme (r.anhâ) annemiz Rasûlullah (s.a.)’in vefatından sonra cinlerin ağladığını hiç duymamıştı. Birgün onların ağladığını duydu. O zaman anladı ki Hz. Hüseyin şehid edildi.
Ümmü Seleme (r.anhâ) annemiz iki Cihan Güneşi Efendimizin en son vefât eden hanımıdır. 84 yıl gibi bereketli bir ömür sürmüştür. 61 hicrî yılda 667 m. senesinde Medine-i Münevvere’de vefat etti. Bakî kabristanlığına defnedildi. Cenâze namazını Ebû Hüreyre (r.a.) kıldırdı. Cenâb-ı Hak’tan şefaatlerini niyaz ederiz. Amin.