İslamda Tesetttün Önemi

Tesettür sadece setr-i avrete, bedeni soğuk ve sıcaktan korumaya ve tezeyyüne, yani süslenmeye münhasır değildir.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri 1934 yılında “Tesettür Risalesi”ni telif eder. 1935 yılında Eskişehir Mahkemesinde bu risaleden dolayı kendisine “inkılâplar aleyhinde bulunmak” suçlamasından bir sene ceza verilir. Ehl-i dalalet ve ilhad ehl-i imana en çok bu noktada hücum etmektedirler. Düşman nereye hücum ederse orayı korumalı” prensibinden yola çıkarak ehl-i dalaletin ve ehl-i küfrün hücum ettiği “Tesettür”ü korumak ehl-i imana en büyük farz vazifedir. Tüm dünyada “ifsat komitesi” namında bir komite devletin imkânlarını da kendi emellerine alet ederek Müslümanların başörtülerine ve tesettüre hücum etmektedirler. Onların bu manasız tehacümüne karşı ehl-i imanın müdafaa vaziyeti alması elbette imanlarının gereğidir. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de bunu yapmıştır.

Tesettür sadece setr-i avrete, bedeni soğuk ve sıcaktan korumaya ve tezeyyüne, yani süslenmeye münhasır değildir. Yüce Allah insana tavus kuşuna verdiği gibi fıtrî ve güzel bir elbise verebilirdi. Nitekim meydan-ı haşirde sunî libasdan soyarak fıtrî bir elbise verecektir. (Tecrid-i Sarih, Hadis No: 2048) Elbisenin ve örtünenin mühim bir hikmeti insanın halife-i arz olmasına işareten sair nevilerdeki tasarrufa, kumandanlığına ve münasebetine işaret eden bir nevi forma, liste ve fihriste olmasıdır.

Böyle olmazsa muhtelif paçavraları vücuduna sarıp giyen bir insan şuurlu hayvanların nazarında gülünç duruma düşerdi. (Mektubat, 2004, s.651-652) Dolayısıyla elbisenin tesettürü sağlama yanında insanın şerefini koruma ve mahlûkata olan üstünlüğünü temsil etme gibi önemli bir rolü de vardır. İnsanın giydiği elbiseler onun bütün mahlûkat ile olan münasebetine bir delildir ve kumandanlığına ait birer forma ve nişandır.

Asrımızda “Hürriyet-i Nisvan” denen kadın hürriyeti aslında kadını istismar ederek nefis ve hevese esir hale getirmek için kullanılmaktadır. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Eskişehir Mahkeme müdafaasında “Tesettür Risalesini” müdafaa ederken şöyle buyurur: “Bin üç yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon Müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde kutsi ve hakiki bir düstur-u ilâhiyi üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üç yüz sene geçmiş ecdadımızın itikatlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette ruy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir diye bağırıyorum. Bu asrın sağır kulakları dahi işitsin…” (Lem’alar, 2005, s. 453)

Kadınların tesettürünün kaldırılmasına çalışılmasının altında dehşetli bir plan yatmaktadır. O da tesettürün aile yapısının korunmasında, aile bireyleri arasındaki mütekâbil şefkat ve merhamet, sevgi ve saygı gibi manevi bağların çözülmesi ve çökertilmesini sağlamaktır. Tesettürün kalktığı bir aile ortamında sevgi, saygı ve hürmet duyguları kırılır. Aile bireylerini birbirine bağlayan bu manevi bağlar büyük yara alır. Zamanla tamir ve tedavi edilmezse manevi hayat biter. İnsanlığın yüksek şahsiyeti tereddi ile tersine döner ve ruhen terakkiyi değil, tedenniyi netice verir. Bunun acı sonuçları da yıllar sonra daha çok görülür.

Tesettür fıtrîdir, kadınların fıtratları iktiza ediyor:
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu hususu özetle şöyle izah eder: Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Ey peygamber! Hanımlarına ve mü’min kadınlara söyle evlerinden çıkarken cilbablarını, dış elbiselerini üzerlerine alsınlar” (Ahzab, 33:59) buyurur. Bu ayet açıkça tesettürü emretmektedir. Medeniyeti sefihe ise tesettürü fıtrî görmeyerek “bir esarettir” diye karşı çıkmaktadır. Bediüzzaman Kur’ânın bu hükmünün fıtrî olduğunu ispat için dört hikmetini beyan eder:

Birincisi: Kadın fıtraten, yani yaratılışça zayıftır ve naziktir. Kendilerini ve hayatlarından daha değerli olan korunmaya muhtaç olan yavrularını korumak ve güvence altına almak için bir erkeğin himayesine ihtiyaç duyar. Kendisini sevdirmek ve kocasının nefretini kazanmamak ve saygısını kazanmaya fıtrî bir meyli vardır. Bu saygıyı tesettürü ile kazanır.

İkincisi: Kadınların on adedinden altı-yedisi, ya çirkindir, ya yaşlıdır veya kıskançtır. Kendilerini gizlemek ve daha güzellere nispeten çirkin düşmemek, güzel olanların da tecavüze uğramaktan korunmaya ihtiyacı vardır. Bunu sağlamak için bir örtünün ve elbisenin arkasına sığınması fıtratlarının gereğidir.

Üçüncüsü: Güzel olan kadınların da ittihamdan ve tecavüzden korunmaya ihtiyaçları vardır. Kadın güçlü olabilir ve kendisini müdafaa da edebilir, bu bakımdan tecavüzden korunabilir; ama ittihamdan korunamaz. Hem bakmasından hoşlanarak açılan kadınlardan onda üçü nâmahremden çekinmezse de onda yedisi erkeklerin kendilerini göz hapsine almasından ve bakışları ile rahatsız etmesinden hoşlanmazlar. Çünkü insan sevmediği ve hafife aldığı erkeklerin bakışından rahatsız olur.

Fuhşa düşerek tefessüh etmeyen her kadın naziktir ve pis nazarlardan müteessir ve rahatsız olur. Kendilerini gizlemenin yolu da tesettürdür. Elbette şefkat kaynağı ve iffet timsali olan, ebedî bir beraberlik inancı ile evlenen nazik ve nazenin kadınları çirkin nazarlardan, ittihamdan, zilletten, manevi esaretten ve sefaletten kurtaran üzerinde taşıdığı tesettürüdür. Kadınlar tesettür kalesine sığınarak bu gibi durumlardan kendisini kurtarabilir.

Dördüncüsü: İslama göre kadın kocasının yalnız dünyaya mahsus bir hayat arkadaşı değildir. Ebedi hayatında ve cennette de ebedi bir hayat arkadaşıdır. Elbette bu ebedi dostunu ve arkadaşını kendisine küstürmemek, nazarını kendi güzelliklerine çevirmek, başkalarına çevirtmemek ve kıskandırmamak için kendi güzelliklerini onun nazarına hasretmeli, muhabbetini ona tahsis etmesi insanlığının gereğidir. Çünkü, evlilik yuvası geçici bir heves ve hayvani bir zevk için yapılmaz.

Ciddi bir muhabbet ve karşılıklı hürmet ile bu yuva korunur. Bu sevgi sadece gençlik ve güzellik zamanına has değildir, hastalık ve yaşlılık, çirkinlik ve külfet zamanında da devam etmesi gerekir. Bunun tek bir yolu vardır; o da, imanlı ve iffetli bir hayat sürmek ve dindar bir aile yuvası oluşturmaktır. Bunun için erkek kadının dindarlığına bakarak onu taklit etmeli, kadın da erkeğin dindarlığına bakarak ona layık olmaya çalışmalı ve “takva elbisesini” de giymelidir. (Â’raf, 7:26) böylece ebedi bir sevgi ve muhabbet, mütekabil saygı ve hürmet devam eder, mutlu ve huzurlu bir aile yuvası meydana gelir.

Beşincisi: Bir ailenin saadeti ve mutluluğu eşler arasında karşılıklı güven, samimi bir hürmet ve muhabbete bağlıdır. Tesettürsüzlük ve açık saçıklık o güveni bozar ve bu karşılıklı hürmet ve muhabbeti kırar. Zira açık kıyafete giren on kadından ancak biri kocasından daha güzelini görmez. Yirmi erkekten ancak biri kendi karısından daha güzelini görmez.

Bu durumda samimi muhabbet ve karşılıklı hürmet kırılır ve gayet alçakça hisler uyanmaya başlar. Çünkü insan nâmahrem olan anne, kız kardeş, hala ve teyze gibi yakınlarına karşı fıtraten şehvani his duymaz. Zira siması mahremiyetten haber verir. Mahremiyet ise şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği için böyle bir hissin oluşmasını engeller. Ama çıplak bacaklar gibi dinen gösterilmesi yasak olan uzuvları açık bırakmak süflî duyguları taşıyanlarda gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebep olur. Bu da binde bir de olsa tüyler ürpertecek şekilde insanın alçalmasına sebep olur.

Yasaklar binde bir ihtimali de dikkate alarak konulduğu ve insan hayatının tamamını içine aldığı için o yasağa uyulur. Mesela, adam öldürmek ve zina gibi suçlar hayatta bir defa da işlense insanın haysiyet ve şerefini lekedar etmesi ve hayatını harap etmesi için yeterlidir. Bunun için kanun koyucu iffeti ve hayatı korumak için belli yasaklar koyar ve buna titizlikle uyulması için gereken tedbirleri alır. Tesettür emri ve setr-i avrete uymanın önemi bu şekilde anlaşılır. Bu sebeple ev içinde ve akrabalar arasında dahi tesettür fıtridir ve mutlaka uymak gereklidir.

Altıncısı: Evliliğin gerçek amacı neslin çoğalmasıdır. Kesret-i nesil herkesçe matluptur. Neslin çoğalmasına karşı olan hiçbir devlet ve hükümet yoktur. Peygamberimiz (sav) “Evlenin çoğalın. Ben ahirette sizin kesretiniz ile iftihar edeceğim” buyurarak evliliği teşvik etmiştir. (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:269; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1021) Tesettürsüzlük evliliği teşvik etmiyor bilakis azaltıyor. Herkes eşinin ve ailesinin namuslu olmasının ister. Serseri bir genç dahi hayat arkadaşının, yani eşinin tesettürsüz olmasını istemediği için bekâr kalır ve fuhşa yönelir.

Kadın ise kocasını inhisar altına alamaz. Kadın ailenin geçimini sağlamak zorunda olmadığı için evin iç işlerini yapmayı kendisine görev bilir. Kocasının malını ve evladını korumakla, ailenin iffetini ve namusunu muhafaza etmekle yükümlüdür. Bu bakımdan kadının en esaslı birinci hasleti sadakattir; yani evine ve kocasına bağlılıktır. Açık saçıklık bu sadakati kırar, kocasının gözünde emniyeti ve güveni kaybeder.

Hatta erkeklerde güzel haslet olarak kabul edilen cesaret ve cömertlik kadının emniyet ve sadakatine zarar verdiği için kadınlarda ahlâk-ı seyyie olarak kabul edilir, kötü haslet sayılır. Kocasının asıl görevi kadına hazinedarlık sadakat değil bilakis, himaye etmek, merhamet etmek ve hürmet etmektir. Bunun için erkek bir kadın tarafından inhisar altına alınamaz, başka kadınları da nikâh edebilir.

Muhitin ve üzerinde yaşadığımız coğrafyanın insan tabiatı üzerinde etkileri vardır. Sıcak ülkelerde insanın hevesi daha fazla uyandığı için açık saçıklık nefsani arzuları uyandırır ve daha fazla tahribat yapar. Hem her ayın on beş gününde fıtraten erkeğin ihtiyacına cevap veremeyen bir kadın bir erkeğe yeterli olmayabilir. Ayrıca hastalık ve kısırlık gibi sebepler ikinci bir evliliği gerekli kılar. Hem elli yaşından sonra doğumdan kesilen bir kadın neslin çoğalmasında hizmet edemez. Erkek ise seksen yüz yaşına kadar kabili-i telkihdir. Şeriat bütün şartları ve zamanları dikkate aldığı için birden fazla evliliğe müsaade etmiştir. Bütün bu sebeplerden dolayı erkek bir kadına sadakatle mükellef değildir.

Bütün bu durumlar dikkate alındığı zaman bir kadınının sadakatinin ölçüsü, kocasının saygı ve hürmetine sebep olacak en önemli vasfının tesettürlü olması olduğu anlaşılır. (Lem’alar, 2005, s. 453-460)

Yedincisi: Kadınları istismar eden, ahlakın bozulmasına sebep olan en önemli hususlardan birisi de müstehcen yayınlardır. Kur’an merhameten kadınların hürmetini muhafaza için hayâ perdesini takmasını emreder. Ta ki hevesat-ı rezilenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler. Âlet-i hevesat ehemmiyetsiz bir meta’ hükmüne geçmesinler. Medeniyet ise kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp beşeri de baştan çıkarmıştır. Hâlbuki açık-saçıklık, samimi hürmet ve muhabbeti izale edip ailevi hayatı zehirlemiştir.

Hususan suretperestlik ahlakı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebep olmuştur. Suretler ve resimler ruhsuz resim olduğu için ölmüş kadınların suretleri veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmündedir. Nasıl ölmüş bir kadınların cenazelerine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak ne kadar ahlakı tahrip ederse, ölmüş kadınların cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverane bakmak, derinden derine hissiyat-ı ulviyeyi, yüksek duyguları sarsar tahrip eder, kişinin ahlâkî olarak alçalmasına sebep olur. (Sözler, 2004, s.663)

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri özetlediğimiz bu risalesinde ortaya koyduğu bu güzel ve mükemmel yaklaşım ile tesettürün ne derece fıtrî ve kadına gerekli olduğunu ispat etmiştir.

Sekizincisi: Aile hayatının korunmasında en önemli sorumluluk aile reisi olan erkeğe düşmektedir. Erkekler yüce Allah’ın emri ile “Kavvam” yani sözü geçen idareci ve koruyucudur. (Nisa, 4:34) Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Erkekler kadınlar üzerine kavvâm; yani hâkimdirler. Erkekler Allah’ın kendilerine verdiği güç, kuvvet ve cesaret ve servetle kadınlardan üstün yaratmış ve kadını erkeğe muhtaç etmiştir. Bu ihtiyaçtan aile yuvası sağlam şekilde kurulsun. Erkekler mallarından infak ederek kadınların nafakasını yüklenmiştir. Kadınlar da buna mukabil erkeklere itaat etmekle yükümlüdürler. En hayırlı kadınlar erkeklerine itaatkâr olan kadınlardır. Yine kadınlar vazifeleri gereği erkeğin sırlarını ve malını muhafaza etmekle yükümlüdür” (Nisa, 4:34) buyurur.

Bu vazife ve yükümlülük gereği erkek ailesini günahlardan ve kötülüklerden, kem gözlerden ve kötülüğe sebep olacak durumlardan korumakta hassas ve gayretli olmalıdır. Eşini nâşizelikten, yani kendisine itaatsizlik etmesine sebep olacak olan durumlardan da muhafaza etmelidir. Aksi takdirde hem sosyal hayatta, hem de Allah’a karşı sorumlu olur. Eşinin hayâsızlığından rahatsız olmayan ve namusu korumda gayreti olmayan bir erkek “deyyus” olarak isimlendirilmiş ve kınanmıştır. Böylelerin ahretteki vahim durumları da hadislerde belirtilmiştir. (Ahmed b. Hambel, Müsned, 2:69, 128)

Korunması gereken hususlardan birisi de kadının erkek kılığına girmesidir. Kıyafet kadının fıtrî yapısına uygun olmazsa fıtratını bozar. Psikolojik hastalıklara sebep olur. Kadın fıtratını bozan hususlardan birisi de erkeğin giymiş olduğu pantolonu giyerek onun gibi sokağa çıkması ve gezmesidir. Erkek buna müsaade etmemelidir. Çünkü peygamberimiz (sav) “kadın kılığına giren erkeğe ve erkek kılığına giren kadına lanet etsin” buyurmuşlardır. (Ebu Davud, Libas, 28; Ahmed b. Hambel, Müsned,2:225)

Müstehcenliğin Zararları:
Cahiliye adetlerini Kur’ân-ı Kerim “zann-ı cahiliye” denen putperestliği, “hamiyet-i cahiliye” şeklindeki ırkçılığı, “hükm-ü cahiliye” ile zulmü ve “teberrücü’l-cahiliye” ile açık saçıklığı ve müstehcenliği yasaklamıştır. Peygamberimiz (sav) “İslamiyet bütün cahiliye adetlerini yasaklamıştır” (Buhari, Ahkam, 4; İmare, 36, 37) buyurur.

“Teberrücü’l-câhiliye”, cahiliye döneminde kadınların açılıp saçılarak, başlarını, gerdanlarını, bacaklarını açarak erkeklerin arasında dolaşırlarıdır. Yüce Allah “Vakarla evlerinizde oturun. Süslenerek ve açılarak cahiliye çıkışı gibi evlerinizden çıkmayın, namazınızı kılın, zekatınızı verin, Allah’a ve resulüne itaat edin” (Ahzab, 33:33) buyurarak açık bir kıyafetle evden çıkmayı yasaklamıştır.

Kadının en güzel yönü erkeklere karşı iffeti ve hayâsı; çocuklarına karşı şefkat ve merhameti; yuvasına karşı temizlik ve nezafeti; kocasına karşı da hürmeti ve sadakati; yakınlarına ve akrabalarına karşı nezaket ve nezahetidir. Bu güzel hasletleri kendisinde toplayan bir kadın cennetin hurilerinden daha güzel ahlaka sahiptir ve cennete hurilerden daha layıktır. İslam kadına Allah’ın fıtrî olarak verdiği bu vasıflarını kaybetmemesi, hayâ ve iffetini koruması için tesettürü emretmiştir. Tesettürü ihmal eden kadınlarda zamanla bu gibi güzel haletler yıpranmaya başlar ve zamanla yok olur. Bu durumda namus mefhumu da kaybolmaya başlar.

Toplumun ahlakını bozmak ve Müslümanları manen ve ahlaken çökertmek için bilhassa ahir zamanda deccal ve süfyanın, ehl-i dalalet ve küfrün kadınları kullanacağı peygamberimizin (sav) hadislerinde belirtilmekte ve Müslümanlar ikaz edilmektedir.

Rivayetlerde “Ahir zaman fitnesi o derce dehşetli olur ki kimse nefsine hâkim olmaz” (Süyûtî, Fethü’l-Kebîr: 1:315, 2:185, 3:9; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs: 1:266.) buyrulur. Bu sebeple bütün ümmet peygamberimizin (sav) emriyle “Allah’ım, bizi ahir zamanın fitnesinden, kadınların fitnesinden ve Mesih deccalın fitnesinden koru” (Buhari, Daavât: 37, 39, 44, 45, 46, Ezan: 149, Cenâiz: 88, Fiten: 26; Müslim, Mesâcid: 127, 128, 130-134; Müsned, 6:139.) şeklinde dua etmişler ve etmektedirler.

Bunun sebebini izah eden ve hadisin doğru bir şekilde vakıaya mutabık tevilini yapan Bediüzzaman o fitneler nefislerin hoşuna gidecek şekilde kadınları kullandıkları için nefsine düşkün insanları kendine çekeceğini, insanların zorla değil kendi istekleri ile zevkle irtikab edeceğini ifade eder. Zorla olsa zaten günah olmaz. Örnek olarak Rusya’da hamamlarda kadın erkek beraber çıplak girmesini gösterir. Dans, tiyatro gibi bu zamanın lehviyat ve hevesatı tahrik eden bid’aları ve kebâirleri hep hayâsız kadınları kullanarak ahlakı bozup, insanları yoldan çıkararak anarşiye sebep olacağını anlatır. (Şualar, 2005, s.912, 913)

Bu zamanda ehl-i küfür ve ehl-i dalalet islama karşı mücadele ve muharebesinde şeytanın da telkini ile kullandıkları en dehşetli silahları yarım çıplak hanımlardır. Bunlar gerek TV gerek İnternet ve gerekse basın ve yayın yoluyla müstehcen neşriyatları ve erotik yayınları ile ehl-i imana taaruz ederek saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamaya, fuhuş yolunu açamaya ve genişletmeye çalışarak çoklarının nefislerini esir edip kalp ve ruhlarını kebâir ile yaralıyorlar. Pek çoklarının kalplerini öldürüyorlar.

Bu dehşetli günahları ile dünyada hem kendilerini helak etmeleri, hem de pek çokların helakine ve felaketine sebep olmaları ile mahrem yerleri cehennemde yanmayı hak ediyorlar. Dünyada da emniyeti ve sadakati kaybettikleri için fıtraten istedikleri ve çok muhtaç oldukları münasip kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına bela bulur. (Gençlik Rehberi, 23)

Peygamberimiz (sav) sahabelerini ikaz ederek “Ne zaman size Rum ve Fars kızları hizmet edecek, o zaman belanız ve fitneniz içinize girecek, savaşınız içinizde olacak, şerlileriniz başınıza geçerek iyilerinize ve hayırlılarınıza musallat olacaktır” (Mektubat, 2005, 183; Heysemi, Mecmau’z-Zevâid, 10:232) buyurmuşlardır. Otuz sene sonra haber verdiği gibi çıkmıştır.

Günümüzde de fitnelerin büyüklerinin kadınlar yüzünden çıktığı ve onlara karşı dikkatli olmamız gerektiği açıktır.Kadınların evlerinden müstehcen kıyafetlerle çıkarak dolaşmaya başlamaları ve her yere girmeleri insanların da toplumun da ahlakını bozmuş ve insanlığı yoldan çıkarmıştır. Bediüzzaman “Mimsiz medeniyet taife-i nisayı yuvalarından uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış” (Sözler, 2004, s. 1183) buyurarak bu duruma işaret eder.

Dostların meclisine güzel kadın girdiği zaman nasıl insanlar arasında riya, rekabet, bencillik ve haset damarları deprenmeye başlar. İnsanların uyumuş olan hevesleri birden bire uyanır. Aynı şekilde toplumda kadına hürriyet verme adı altında onları evlerinden sokaklara çıkarmakla medeniyet insanlarda kötü huyların gelişmesine sebep olmuştur. Böylece kadınlar yuvalarından çıkarak beşeri de baştan çıkarmıştır.

İslam dini ve şeriatı kadına olan merhametinden dolayı kadınları tekrar huzurlu evlerine ve yuvalarına davet eder. Kadın ancak evinde saygı ve hürmet görür. Kadın evine döndüğü zaman çocuklarından, kocasından, akrabalarından gerekli saygı ve hürmeti görür. Kadının rahat ve huzuru evlerindedir. Kadın ancak bir aile ortamında rahat edebilir.

Kadının süsü takılarında değil, temizliğindedir. Kadının haşmeti, büyüklüğü ve saygınlığı güzel ahlakından kaynaklanır. Günahlardan kaçınması ile güzellik bulur. Güzelliğinin kemali ise çocuklarına olan şefkatidir. Eğlencesi heva ve hevesin ürünü olan eğlenceler değil, çocukları ile meşguliyetidir. Bu sebepledir ki peygamberimiz (sav) “Cennet anaların ayakları altındadır” (Nesai, Cihad, 6) buyurur. “Kadınların ayakları altındadır” demez. Kadın ancak anne olunca saygı ve hürmet görür. Ama ne var ki bu derece fesat ve tahribata karşı demir gibi sebat edecektir ki dayanabilsin. Bundan dolayı dindar kadınlar büyük kahramanlardır. Kıyafetleri ve güzel ahlakları ile en güzel vaizeler ve örneklerdir.

Kadınları yoldan, erkekleri de baştan çıkaran en tehlikeli sebeplerin başında müstehcen yayınların, gülen çıplak kadınların suretleri ve resimlerinin rolü çok büyüktür. Bilhassa gençler üzerinde çok önemli tesirleri vardır. İslamiyet bu sebepten dolayı müstehcen yayınlara ve bilhassa kadın heykellerini yasaklamıştır. Çünkü heykeller ya taşlaşmış zulmü veya ceset haline gelmiş riya veyahut donmuş hevesi temsil ederler. İnsanların nefislerini mıknatıs gibi, tılsım gibi kendilerine çekerek heva ve hevesi uyandırıp toplumda hürmet, merhamet, itaat gibi güzel hasletleri yıkar ve ruhları sersem edip anarşi ve terör meyvelerini beşerin başına sarar. (Sözler, 1184)

Kadınların dünyaya, geçici heva ve hevese, süse ve ziynete düşkünlüğünden dolayıdır ki ehl-i dalalet onları “hürriyetini kazanma” “ekonomik özgürlüğünü kazanma” gibi parlak vaatlerle evlerinden çıkarmaktadırlar. Heva ve hevesin aleti, serkeş ve sarhoş nefislerin oyuncağı haline getirmelerinden dolayı peygamberimiz (sav) “Benden sonra erkeklere kadınlardan daha büyük fitne bırakmadım” (İbn-i Mace, Kitabu’l- Fiten, 19) buyurur.

Kur’ân-ı Kerim tarih boyunca Firavun ve Nemrut gibi büyük zalimlerin zulümlerini anlatırken “Erkekleri öldürüp, kadınları ise yaşattıklarına” (Bakara, 2:49; Kasas, 28:4) dikkatimizi çeker. Bununla firavun ve Nemrut gibi zalimlerin kendine tabi olanlarını kadınlarla yoldan çıkardığını, kendisine karşı olanları da kadınları ellerinden almakla ve namuslarına halel getirmekle yola getirmeye çalışarak büyük zulümler işlediklerini ifade ile, her iki cihette de kadınların oynadıkları rollere ve fitnelere işaret etmektedir. (Sözler, 2005, s.650)

Ahir zamanda da aynı şekilde ahir zaman fitnesinde kadınlar büyük rol oynayacakları hadis-i şeriflerde işaret edilmiştir. Deccal ve süfyan kadınları kullanarak sefahet ve fuhşiyatı teşvik ederek her yerde fitneyi uyandırır ve insanlar buna ister istemez meftun olurlar. Bu da deccalın ve süfyanın gücü olarak kabul edilir. İnsanlar öyle bir hale gelirler ki “endişeleri mideleri, şerefleri dünya metaı ve malı, kıbleleri kadınları ve dinleri de paraları olacaktır. Bunlar Allah katında hiçbir derğeri ve nasipleri olmayan mahlukatın en şerlileri olacklardır.” (Keşfu’l-Hafa, Hadis No: 3270; Ramuzu’l-Hadis, s. 504
M.Ali Kaya

İslamda ailetesettün önemi