Şüphe Nedir ve Endişe edildiği Kadar Korkulacak Bir Şeymidir?
Şüphe, insanı sinsi sinsi kemiren ve yavaş yavaş ölüme götüren korkunç bir hastalıkdır. İnsan; bir kere inanç, düşünce ve tasavvurlarıyla kendini bu hastalığa kaptırdı mı, artık hayatî bütün fonksiyonlarıyla, rûhî bütün melekeleriyle felç olmuş demekdir.
Şüphe ve şüpheciliğin iki esasa dayandırılması mümkündür:
1. İrâdî olarak benimsenen, eskilerin reybîlik dedikleri şüphecilik;
2. İç idrak ve dış müşâhede muvâzenesizliğinden; niyet ve nazar inhirâfından; bilgide, terkib kabiliyetine sahip bulunamayışından doğan diğer bir şüphecilik…
İkinci şık şüphecilik, hemen hemen her yerde üzerinde durduğumuz bir mevzûdur ve kanâatimce izâlesi de mümkündür.
Birinci şık şüphecilik ise; o, bir mizâc hastalığıdır. Bu kabil şüpheciler için Spinoza; “Hakîkî reybî (şüpheci)nin vazifesi susup oturmakdır.” demişti. Keşke bu nasihatı dinlemiş olsalardı. Hiç olmazsa zararları başkalarına dokunmaz; nefislerine münhasır kalırdı.
Vâkıa şüphenin, bir de ilmî maksad ile şartlandırılmış ve muvakkat olanı vardır ki, o türlü şübheye kimsenin diyeceği bir şey yoktur. Ne var ki, bizim burada hastalık dediğimiz şüphe, Dr. Paul Sollierin de ifade ettiği gibi “Hâlledilmesi imkânsız ve çözülmeyecek gibi olan şüphedir.” Böyle bir şüphe, sürekli olarak şuurumuzu baskı altına alır ve devam eder. Sonra bütün ahvâl-i rûhiyemizi ve bütün zihnî faaliyetlerimizi felce uğratır. Bu hâle gelmiş bir insan ruhu, binbir tereddüdün odak noktası olduğu gibi, binbir kararsızlığın, iç içe kesişip durduğu karmaşık ve içinden çıkılmaz yollara benzer.
Şüphelerini aşamamış ve onlara söz dinletememiş bir insan için; bedenî iktidarsızlık, zihnî ve ahlâkî teşevvüş ve inhiraflar önüne geçilmez cebrî hâdiselerdendir.
Şüphe insanın tavırlarında katılık, ruhunda sıkıntı ve beceriksizlik hâsıl eder. Binaenaleyh şüpheci kimseler, bedene mütevakkıf işlerde hep kaçmak arzusu; yorgunluk getiren şeylere karşı da nefret izhar ederler. Hiçbir iş görmeden yorulmuş bu türlü tiplere, psikiyatrinin koyacağı teşhisler ne kadar iddialı olursa olsun, bunlar hakkında, iç yetmezliğin fonksiyonunu inkâr etmek kabil olmayacaktır.
Şüphenin zihin üzerindeki tesirine gelince; bu maraza mübtelâ olanlar devamlı ve ciddî zihnî faaliyet gösteremezler. Az çok dimağı uzun süre şübhe dalgalarıyla sarsılmış bir insanın. sâlim düşünebilmesi bir hayli müşküldür. Böylelerin en bariz yanları, dikkatlerinin zaafa uğraması, zihinlerinin cevvâliyetini kaybetmesi ve hafızalarının sıkıntıya düşmesi gibi hâllerdir. Artık, bu tipler için, her şey gitgide gayri mümkün bir şekle girer ve önlerine “olmazlardan” aşılmayan tepeler dikilir. Onların önünde birtek açık kapı ve yürünebilir bir tek yol vardır; o da başkalarını tenkit yolu. Bununla yaşar ve bununla varlıklarını sürdürürler.
Bir de şüphenin, ahlâkı baskı altında tutması bahis mevzûudur ki, bana göre en tehlikelisi de budur. Arzu ve isteklerin; ihtiras ve temâyüllerin; hülâsa şahsiyetin en bâtınî ve samimî esasını teşkil eden şeylerin maruz kaldıkları sarsıntılar ve zıd dalgalanmalar, şübheli insanların zihinlerinde meydana getirdikleri neticelerin bir aynını da ahlâkî sahada meydana getirirler.
Hele, ileri safhadaki büyük şüphecilerde, bazen hiçbir şeyden müteessir olmama gibi bir sertlik, katılık ve cansızlık hükmettiği gibi, bazen de, tamamen yıkılmış manevî şahsiyetleri itibariyle, toplum insanı olma vasfını bütün bütün kaybederler.
Şüphe, ictimâî neticeleri itibariyle de çok tehlikeli bir hastalıktır. Çevresinden ve çevresinde olup biten şeylerden şüpheye düşmüş bir kimse, göz göre göre kendisini bin bir endişe içine atar, hem kendini hem de çevresini rahatsız eder. Ve hele, mütereddid ve şübhelere mübtelâ olanların, mesûliyet endişesiyle, hareket etmenin gerekli olduğu yerde geri çekilmeleri veyahut hareket vaktini kaçırma gibi durumları o kadar tehlikelidir ki; bazen bir cemaatin bütün bütün mahvolmasına sebebiyet verebilir. Bilhassa ehemmiyetli ve büyük işlerde, siyaset ve harblerde, başı tutanların tereddüd ve şüpheleri milletleri ve orduları batırmaya yeter ve artar.
Aslında, kendinden şüphe edenin başkaları için bir istinatgâh olması da düşünülemez; zîrâ, kendinden şübhe edenin, nasıl hareket edeceği belli olmadığından, arkasında bir kaç defa yanılmaya maruz kalmış yığın var. Bunlar onun, en mâsum ve makûl davranışlarını da hep kuşkuyla karşılarlar.
Mamâfih, şübhecilerin büyük bir kısmının “olduğu gibi” kalma meylinde olmalarına karşılık, az bir kısmının da, ileri gitme, hamle yapma gayretleri küçümsenmeyecek nispettedir.
Hâsılı, şüphecilerin ne düşüncelerinde, ne de iş ve davranışlarında itidâl ve muvâzene yoktur. Onlar içinde, mevkilerini, mesleklerini, memuriyetlerini mesuliyet korkusuyla terk eden o kadar çok kimse vardır ki (maâzallah) böyleleri kritik bir dönemde bir millet ve bir devleti felç edebilir. Bunların atılganlıkları bir mâcera olduğu gibi, vehim uzantısı tedbirleri de bir sönüp gitme ve donukluktur. Bazılarına göre bu hâl bir iradesizlikden kaynaklanıyor gibi görünse bile, aslında hiç de öyle değildir. Aslında bu hâl isâbetli ve seri karar verememeden, hayatla alâkalı umum ahvâl ve hâdiselerin bize ifâde ettiği çeşitli çözüm yollarından birini tercih edememekden kaynaklanmaktadır.
Yoruma kapalı.