Hocam İHH’daki sohbetinizden sonra soracaktım lakin mümkün olmadı. Orada yaptığınız iki sohbetten ilkinde, insanları radikallerden korumaktan ziyade evvela kendimizi uzak tutmamız gerektiği mesajını vermiştiniz. Şimdi muhtemelen, ‘ben öyle bir şey demedim’ diyeceksiniz. Belki de ben böyle algılamış olabilirim. Sorum aslında, radikal bir arkadaşımın Erbakan’la ilgili bana yönelttiği bir soru; ‘Efendimize peygamberlik geldikten sonra efendimiz, İslam’ı yaymak, tebliğ yapmak ve Allah’ın rızasına erişmek için o zamanın şirk meclisi olan Darünnedve’ye girmeye çalışmadı; kendisi ayrı bir topluluk oluşturdu, güçlendi ve hakkı hakim kıldı. Erbakan ise bugünün şirk meclisi olan laik Türkiye’nin TBMM’sine girmeye çalışıyor. Bu peygamberî yol değil. Sünnet bu değil. Meclise girilerek bu düzen değiştirilemez. -Aynı zamanda Erbakan, en laik parti olduklarını söylüyor. Erbakan takiyye mi yapıyor? Dinimizde takiyyenin yeri nedir? TBMM’de yemin sırasında söylenen sözler neredeyse küfre varan sözler.’ dedi. Ben de zaruretlerin bunları mümkün kılmış olabileceği tahmininde bulunduğumu ilettim arkadaşa. ‘Müslüman sadece fiziksel işkence çekerken takiyye yapabilir.’ dedi. Burada anlamadığım noktalar ise şunlar; ‘Erbakan bu yöntemiyle sünnetten ayrılmış mıdır?’
‘Şu anda müslümanların durumunun da kötü olması zaruret sayılabilir mi?’
‘Takiyyenin İslam’da, bilhassa sahabe döneminde örneği var mıdır?
Önce, soru soracağınız bir kişiye: ‘Şimdi muhtemelen ben öyle bir şey demedim, diyeceksiniz.’ diyerek söze başlamamanız gerekir. Kimin ne diyeceğine neden karar veriyorsunuz? İkinci olarak Müslümanlar naslarla sabit konularda asla birbirleriyle çelişemezler. Âyet ve hadisin ya da icmaın bulunduğu meselelerde tek kelime olmak zorundayız. Fakat sonradan gelişen meselelerde birbirimizin içtihatlarına âyet/hadis düzeyinde kesin görüşler veya küfür/şirk düzeyinde hatalar olarak bakamazlar. İçtihat her şeyden önce sonradan çıkan hususlarda görüş belirtmektir. Eğer içtihat edenlerden birinin görüşü, nas gibi algılanacaksa bunun adı neden içtihat olsun? Biz ona ‘sonradan inmiş ama Kur’an’da yazılı olmayan âyet’ desek daha iyi olmaz mı? Bu hususu genel bir ölçü olarak kaydetmek istiyorum. Erbakan ve siyaset meselemize gelince:
Kesinlikle Erbakan ve siyaset konusunu hatadan muaf, masum bir gözle göremeyiz. Herhalde siyaseti fiilen yürüten kardeşlerimiz de böyle görmüyorlardır. Hatasızlık kimde vardır ki onda olsun? Ama bir mü’min, sadece hatası ile veya sadece doğrusu ile değerlendirilemez. Hataları ile doğruları arasında bir denklemde kişilere bakmak zorundayız. Siyasetle hizmet edildiğinde ortaya çıkan hatalarla, siyaseti dışladığımızda ortada olan hatalar arasında bir denklem kurabiliriz. Böyle bir denklem de bizi daha sağlıklı bir sonuca götürür. Şimdi şu sorulara cevap bulalım:
a- Darunnedve ile Parlamento arasında benzerliği oluştururken, Darunnedve’de on binlerce caminin minaresinden ezan okumayı düzenleyen bir Diyanet var mı idi? Bu soruyu düşünmek durumundayız. İki kurum arasında yok sayamayacağımız bir fark var. Bu fark da şudur: Darunnedve, İslam’ı yok sayan ve imha etmek için çalışan bir kurumken bu tarafta İslam’ı kendi bünyesine alarak planlarını tatbik etmek isteyen bir kurum var. Bunun sonucu olarak da orada bulunmayan birinin kitleler nezdinde ‘aykırı olmayı’ anlatabilecek bir sözü olması çok zordur. Zira getirmek istediğin şeyin yaygın uygulaması oradan yönetilmektedir. On binlerce ezanın dışında bir ezan tarif etmek zordur. Nitekim bu zorluğu, yıllarca dışarıda kalarak hizmet etmek isteyenler herkesten çok yaşamışlardır. Erbakan hareketini tekfir edenlerin önemli bir bölümü bugünkü iktidarda belediye hizmetleri ve benzeri devletli hizmetlerde bulunarak kendileriyle çelişmişlerdir. Zira bir önceki tavırları ifrattı şimdi tefrite mahkûm oldular.
b- Parlamentoda bulunmaya karşı tavır koyanların, o parlamentonun hükümranlığı altında olan ve ona hizmet amaçlı kurulan fakültelerde ve şirketlerde bulunmayarak düşüncelerinde samimiyetlerini göstermeleri gerekmez mi? Sakıncalı olan sadece parlamento mudur? Sadece orada mı takiyye gereken tavırlar vardır?
Daha mutedil, daha kapsamlı düşünmek zorundayız. ‘Birbirimizin hatalarını araştırma ibadeti’ ihdas edecek yerde, ‘daha iyisi böyle yapılır’ anlamına gelen işler yapmalıyız.