FAKİR HIRSIZ
Medine’de kıtlık yaşanmaktadır. Aç bir Müslüman bir bahçeye girerek ağaçlardan hurma toplar ve yer. Fakat bahçe sahibi tarafından yakalanır. Dövülür ve yediği hurmalara karşılık olarak elbiselerine el konulur. Sonra da fakir hırsız, yanında kendini döven ve soyan bahçe sahibi olduğu halde Hz. Muhammed (asv)’in yanına gelir. Fakir hırsız gördüğü davranıştan ötürü bahçe sahibini şikâyet eder. Hz. Muhammed (asv) her ikisini de dikkatle dinledikten sonra bahçe sahibine döner:
“O cahildi, sen ona öğretmeliydin; o açtı, sen onu doyurmalıydın.”
Bahçe sahibi önce fakir hırsızın elbiselerini iade eder, sonra da ona attığı dayağa bedel olarak kendi ambarından yüz seksen kilo buğday verir. [1]
DÜŞMANA YARDIM
Mekke’nin tahıl ihtiyacının bütününü karşılayan Hamame isimli bir kabile reisi Müslüman olur. Ve Mekke’ye tahıl satışını durdurur. Aniden açlık tehlikesiyle yüz yüze kalan Mekke’li putperestler önce Hamame’ye başvururlar. Fakat sonuç olumsuzdur. Bunun üzerine, son çare olarak Hz. Muhammed (asv)’e bir elçi heyeti gönderirler.
“Eğer senden de bir çare bulamazsak, hepimiz açlıktan kırılırız.” derler.
O, Mekkelilerin üç yıl boyunca kendiyle beraber bütün Müslümanlara bir tek buğday tanesi bile vermediklerini hatırına getirmez. Müslüman arkadaşlarıyla beraber kendisine sadece “Rabbim Allah’tır.” dedikleri için, vatanlarında hayat hakkı tanımayıp, göç etmek zorunda bıraktıklarını düşünmez. Kendisini defalarca öldürmeye kastettiklerini dikkate almaz. Defalarca ordu düzüp Medine’ye yürüdüklerini unutur. Unutur ve Hamame’ye emreder, Mekke yeniden tahılına kavuşur.[2]
CANINA AZAP ETMESİN
Yaşlı birinin develeri üzerindeki iki oğlunun arasında yaya olarak Kâbe’ye gittiğini görür. Sebebini sorar. Öğrenir ki bu yaşlı adamın bir adağıdır. Fakat güçlükle yol alabilmektedir. Kendisine haber gönderir.
“Allah bu kişinin kendi canına azab etmesine muhtaç değildir. Söyleyin ona bir deveye binsin.”[3]
TAİF AÇ KALINCA
Mekke’nin fethinden sonra Taif’i kuşatmıştır. Kuşatma uzayınca Taif’te açlıktan ölümler başlar. Düşman teslim olmak üzere olmasına rağmen, kuşatmayı kaldırır. Halkının açlıktan ölümü sayesinde bir şehri teslim almaya gönlü razı değildir. O Taif ki, yıllar önce O’nu (asm) taş ve tükürük yağmuruna tutarak, kendi anlatımıyla “hayatının en acı gününü” yaşatmış bir şehirdir.[4]
HZ. ZEYNEB’IN KATİLİ
Esved oğlu Habir, kızı Hz. Zeyneb (r.anha)’in katilidir. Zeynep, Mekke’den Medine’ye, babasının yanına hicret etmeye çalışırken yolu, içlerinde Habir’in de bulunduğu bir grup Mekke’li putperest tarafından çevrilir ve Habir elindeki mızrakla Hz. Zeyneb (r.anha)’i devesinden düşürür. Hamile olan Zeynep (r.anha) düşük yapar ve bir süre sonra da bu nedenle ölür. Mekke fethedilince, kendisinden Hz. Zeyneb (r.anha)’in intikamının alınacağı korkusuyla saklanan ve İran’a kaçma hazırlıkları yapan Habir’e haber gönderir. Can güvenliği verir. Huzuruna gelince de bağlılık sözünü kabul eder ve bağışlar.[5]
ŞEFKATİN ZİRVESİ UHUD
Uhud, İslam’ın ikinci büyük meydan sınavıdır. Taktik açıdan bir yenilgiyle sonuçlanan Uhud, başta Hz. Muhammed (asv) olmak üzere bütün Müslümanların çok acı çektikleri bir yerdir. Bu acılardan Hz. Muhammed (asv)’in payına, sevgili arkadaşlarından onlarcasının şehid edilişini ve ordusunun dağılışını görmek gibi en büyüklerinin yanında, üzerine yetmiş sefer kılıç savrulması, dişlerinin kırılması, yanağının yarılması ve diş etine demir parçalarının saplanması gibi göreceli olarak daha küçükleri de düşer.
Büyük, küçük bu acıların hepsinin birden yaşandığı en sıcak dakikalarda, sığındığı dağın yamacında ellerini kaldırır ve bütün bunlara neden olan Mekke’li putperestler hakkında dua eder:
“Allah’ım, benim halkımı bağışla. Çünkü onlar gerçeği göremiyorlar. Eğer görselerdi böyle yapmazlardı.”
Bir yandan da yanağından ve dişlerinden dökülen kanları eliyle silerek, toprağa düşmelerine engel olmaya çalışmaktadır. Bu durum dikkatlerinden kaçmayan bazı arkadaşları daha sonra sorar:
“Ey Allah’ın Elçisi! Niçin kanınızın toprağa dökülmemesi için o kadar uğraştınız?”
“Allah’ın kanunudur. Bir toplum kendilerine rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberi, kanı toprağa dökülecek ölçüde yaralarsa, kendilerine mühlet tanınmaz. Toptan yok edilirler.“[6]
ŞEHİD ÇOCUĞU
Uhud’ta şehid düşen bir Müslümanın oğlu, aynı gün akşamüstü yaralı ve acılı Hz. Muhammed (asv)’e sorar:
“Babam nerede?”
“Baban şehid düştü.”
Şehid çocuğu ağlamaya başlar. Hz. Muhammed (asv), başını okşar, kucağına alır ve çocuğa sorar:
“İster misin? Ben baban olayım, Ayşe’de annen olsun.”[7]
İSLAM’A ÇAĞIRDINIZ MI?
Medine’ye yeni getirilmiş olan savaş esirlerini görür. Ve onları esir alan birlikte bulunan arkadaşlarına sorar:
“Bunları İslam’a çağırdınız mı?”
“Hayır!” cevabını alınca durumu kesinleştirmek için bir kez de esirlere sorar:
“Sizi İslam’a çağırdılar mı?”
Onlardan da “Hayır!” cevabı gelince, emreder, esirler serbest bırakılır ve ülkelerine iade edilirler.[8]
YEMEDİĞİNİZİ FAKİRLERE VEREMEZSİNİZ
Bir arkadaşı yemesi için bir keler (çölde yaşayan bir canlı) hediye eder. Fakat o alışkın olmadığı için keler yememektedir. Bunu bilen Hz. Ayşe (r.anha), keleri o sırada kapıda yiyecek isteyen bir fakire vermek için O’nun (asm) iznini ister. O ise izin vermez:
“Kendi yemediğinizden fakirlere veremezsiniz.”[9]
BABACIĞIM, BABACIĞIM
İslam öncesi Araplarda kız çocukları öldürme âdeti yaygındır. İslam’ın ilk sırada ve şiddetle yasakladığı toplumsal alışkanlıklardan biri olan bu âdeti, yıllar sonra bir arkadaşı nasıl uyguladığını Hz. Muhammed (asv)’in önünde anlatır:
“Ey Allah’ın Elçisi! Ben de kız çocuklarımı kendi ellerimle gömmüştüm. Bunlardan birinde, kızımın elinden tuttum götürdüm ki kızım, tam da gelişip çarpıcı bir hal aldığı çağdaydı. Çölde uzaklaşabildiğim kadar uzaklaştım. Bir kör kuyunun başına gelmiştik. Ben eğildim bir şey arıyormuş gibi kuyunun içine bakmaya başladım.”
Anlatımın burasında Hz. Muhammed (asv) ağlamaya başlamıştır. Adam devam eder:
“Aniden sırtına bir tekme indirdim. Baş aşağı kuyuya yuvarlanırken “Babacığım, babacığım” diye feryat ediyordu.”
Hz. Muhammed (asv) şimdi katıla katıla ağlamaktadır. Bu hali karşısında duruma müdahale etmek zorunda kalan arkadaşları, adamın ağzını kapatarak, onu mescidden dışarı çıkarırlar.[10]
FARZ OLMASIN DİYE
Hz. Ayşe (r.anha) anlatmaktadır:
Allah’ın Elçisi bir gece mescidde nafile namaz kılar ve bir kaç kişi de kendisine uyar. Ertesi gece yine kılar, bu kez cemaat artmıştır. Üçüncü gece cemaat daha da artmış olarak mescidde beklemektedir. Fakat Hz. Muhammed (asv) gelmez. Ertesi gün de gelmeyişinin nedenini açıklar:
“Toplandığınızı gördüm. Fakat beni size katılmaktan alıkoyan şey, bu ibadetin size farz kılınmasından korkmam oldu.”[11]
BİR SÜT KUZUSU
On sekiz aylık oğlu İbrahim kucağında can çekişmektedir. Son derece üzgündür. Göz yaşlarıyla İbrahim’i yıkamakta, son kez olarak öpüp, koklamaktadır.
“O, meme emerken ölen, bir süt kuzusudur. Ama Allah’ın takdiri karşısında elden ne gelir.”[12]
BENDEN DAHA YOKSUL
Bir arkadaşı Ramazan ayında oruçluyken ağır bir günah işler. Sonra da Hz. Muhammed (asv)’in yanına gelerek nasıl affedilebileceğini sorar. Hz. Muhammed (asv):
“Bir köle azad edebilir misin?”
“Hayır, param yok.”
“Aralıksız altmış gün oruç tutabilir misin?”
“Ey Allah’ın Elçisi, bu durum başıma oruçluyken geldi.”
“Altmış fakiri doyurabilir misin?”
“Gücüm yetmez.”
“Öyleyse benimle beraber bekle. Allah bir kolaylık yaratıncaya kadar…”
Arkadaşı oturup, mescidde beklemeye başlar. Ve az sonra da bir Medineliden hediye olarak bir sepet hurma gelir. Hz. Muhammed (asv) hurma sepetini bekleyen arkadaşına uzatır.
“Al bunu, yoksullara dağıt da, günahına kefaret olsun.”
“Ey Allah’ın Elçisi! Bütün Medine’de benim ailemden daha yoksul bir aile tanımıyorum.”
Allah’ın Elçisi’nin yüzünde bir gülümseme yayılır
“Peki, öyleyse ailene götür de siz yiyin.”[13]
ON GÜMÜŞ
Cebinde on gümüş vardır. Medine çarşısından bir gömlek satın alır, dört gümüş verir. Kapıda bir fakir yeni aldığı gömleği ister, verir. Dönüp dört gümüşe ikinci bir gömlek alır. İki gümüşü kalmıştır. Az sonra yolda ağlayan küçük bir kız çocuğu görür. Yanına yaklaşır nedenini sorar. Küçük kız bir hizmetçidir.
“Ev sahibim bana un almam için iki gümüş vermişti, kaybettim.”
Cebindeki son iki gümüşü de ona verir:
“Ağlama, unu bunlarla alabilirsin.” der.
Hizmetçi kız yine de huzursuzdur. Bu seferde
“Eve geç kaldığım için beni dövmelerinden korkuyorum.”
Hz. Muhammed (asv) küçük kızın elinden tutar, önce unu alırlar. Sonra da küçük kızın hizmet ettiği eve giderler. Ev sahipleri akşam saatinde kapılarına gelen bu sürprizden şaşkın ve sevinçlidirler. O, küçük hizmetçiyi göstererek:
“Geç kaldığı için cezalandırılmaktan korkuyordu. Sakın onu dövmeyin.” der.
Şaşkınlığını hala atamamış ev sahibi, cevap verir:
“Ey Allah’ın Elçisi! Sizin evimizi onurlandırmanıza neden olduğu için siz şahid olun ben onu azad ediyorum, artık hürdür.” Hz. Muhammed (asv) bunun üzerine ellerini açarak Allah’a hamd eder:
“Allah’ım şu on gümüş ne kadar bereketli imiş. Onunla bana ve bir yoksula birer gömlek giydirdin. Bir kız çocuğunu sevindirdin ve hürriyetini kazanmasını sağladın.”[14]
ALLAH’IN GÜCÜ SENİN GÜCÜNDEN
Birisi kölesini kamçıyla dövmektedir. Hz. Muhammed (asv) arkadan sessizce yaklaşır ve dövene seslenir.
“Şunu iyi bil ki, Allah’ın senin üzerindeki gücü senin bu zavallı köle üzerindeki gücünden daha büyüktür.”
Tepeden tırnağa korku kesilen efendi, sarsılır, elindeki kırbaç yere düşer. Hz. Muhammed (asv)’e yönelerek:
“Ey Allah’ın Elçisi! Sen şahid ol ben bu köleyi azad ediyorum.” der.
Hz. Muhammed (asv) tekrar seslenir:
“Eğer böyle yapmasaydın cehennemde kavrulurdun.”[15]
YÜZ YİRMİ KOYUN
Bazı yolculukları sırasında kendisine hizmet eden arkadaşlarından Ebu Zür’a anlatmaktadır:
“Bir yolculukta beni de devesinin terkisine bindirmişti. Zaman zaman deveyi hareketlendirmek için kullandığı kamçı farkında olmaksızın benim bacağıma da çarpıyor ve canımı yakıyordu. Bir süre sonra durumu fark etti ve sordu:
“Ey Ebu Zür’a yoksa kamçım sanada mı değiyor?” Ben, mahcup cevap verdim:
“Evet, ey Allah’ın Elçisi!”
Sesini çıkarmadı. Bir süre sonra kendisine ait savaş ganimetlerinin bulunduğu bir yere vardık. Oradaki koyunlardan yüz yirmi tane ayırarak bana hediye etti ve:
“Ey Ebu Zür’a, bu koyunlar yolda farkında olmaksızın canını yakmış olmama karşılıktır.” dedi.[16]
SEVENİN SEVGİLİSİ
Evlatlığı Zeyd, Mute savaşında şehid düşer. Haber Medine’ye ulaştığı gün şehid evlatlığın evi ve çocukları Hz. Muhammed (asv) tarafından ziyaret edilir. Zeyd’in küçük kızı taze olan baba acısıyla O’nun (asm) eteğine sarılır ve ağlamaya başlar. Hz. Muhammed (asv) bir yandan küçük yetimleri kucaklamakta diğer yandan da göz yaşı dökmektedir. Yanında bulunan bir arkadaşı dayanamayıp, sorar.
“Ey Allah’ın Elçisi! Bu nedir?”
“Bu, sevenin sevgilisini özleyişidir.”[17]
MEKKE’NİN FETHİ
Mücadelesinin kendi yaşamıyla sınırlı olan bölümünün zirvesini yaşamaktadır. Dinini anlatmasına izin verilmeyen baba ocağı, ana yurdu Mekke, O’na (asm) ve İslam’a duyulan düşmanlığın başkenti, karargâhı Mekke, şimdi tepeden tırnağa silahlı on bin Müslüman askerden oluşan ve o günün Arabistan şartları içinde süper-büyüklüğe sahip olan bir ordu tarafından beş koldan fethedilmektedir.
Ordu Mekke’yi çepeçevre kuşatarak konaklamıştır. Gecedir… Kamp ateşleriyle Mekke dağları pırıl pırıldır. Her askere bir ateş yakması emredilmiş ve karanlık Mekke on bin ışıkla kuşatılmıştır. Şehri terk eden baş düşman Ebu Süfyan elinden tuttuğu küçük oğluyla beraber önüne gelir, hemşehrisinin zayıf tarafını çok iyi bilmektedir.
“Allah’a yemin ederim ki ya beni affedersin ya da şu çocukla beraber kendi canıma kıyarım.”
Yıllarca can düşmanı olan kişi şimdi kendinin ve oğlunun canını aracı yaparak, bağışlanma istemektedir. Bağışlanır…
Ertesi gün sabah namazından sonra ordu harekete geçer. Mekkeliler gördükleri manzaranın heybetinden donup kalmışlardır. Mekke’nin yöneticisi Ebu Süfyan bir tepenin üzerinde yanında Hz. Muhammed (asv)’in amcası Hz. Abbas olduğu halde dalga dalga Mekke’den içeri giren Müslüman ordusunu seyretmektedir. Her geçen bölüğün kimler ve hangi kabile olduğunu Hz. Abbas’a sormakta ve aldığı cevapla hayreti git gide büyüyerek hayranlığa dönüşmektedir. Bir süre sonra sabırsızlıkla.
“Hz. Muhammed daha geçmedi mi?” diye sormaya başlar. Ve en sonunda devesi Kusva’nın üzerinde savaş zırhına bürünmüş Hz. Muhammed (asv) görünür. Allah’ın kutsal ilan ettiği bir şehre ancak alçakgönüllülükle girilebileceğini göstermek için iki büklüm olmuş, başı eğerinin kaşına değmektedir. Allah’a hamd etme durumundadır.
Bu sırada yanında yer alan Medineli komutanlardan Ubade oğlu Sad, Ebu Süfyan’a dönerek seslenir:
“Bugün ana baba günüdür. Bugün Uhud’un intikamını alma günüdür. Bugün Kureyş kabilesinin onurunu iki paralık etme günüdür. Bugün helak etme günüdür.”
Hz. Muhammed (asv) bir el işaretiyle Sad’ı susturur ve şöyle seslenir:
“Bugün merhamet ve acıma günüdür. Bugün Kureyş’in onurunu yüceltme günüdür. Bugün Kâbe’ye ve Mekke’ye saygının zirveye çıkacağı gündür.”
Sonra emir verir, Sad’ı komutanlıktan alır. Yerine Sad’in oğlunu atar.
Çok az kan dökülür ve Mekke teslim olur. Öğle sıcağı bastırmıştır. Arkadaşları sorarlar.
“Ey Allah’ın Elçisi! Nerede dinlenmek istersiniz?”
Yüzünde acı bir tebessüm yayılır. Kendi evini, baba ocağını hatırlar. Fakat o ev yıllar önce sadece üzülsün ve duyunca kendisine işkence olsun diye kuzeni Akil tarafından yıkılıp, yerle bir edilmiştir.
“Akil bize dinlenecek ev mi bıraktı?” der.
Fakat hiç kimse Akil’in kılına bile dokunmayı düşünmez. Akil de bütün putperest Mekke halkı gibi güvence verilenlerdendir. Dokunulmazlığı vardır.
Ama yıllar boyunca yaptıkları her çeşit zulüm, baskı, işkence ve düşmanlığın karşılıksız ve intikamsız kalmasına Mekke halkı bir türlü inanamamaktadır. Gerçekten kendilerine dokunulmayacağına ve intikam alınmayacağına emin olabilmek için Kâbe’deki putları henüz temizlemiş olan Hz. Muhammed (asv)’i Kabe’nin kapısında karşılayıp, önünü keserler. Çekingen utangaç ve ürkektirler. Hz. Muhammed (asv) eğik duran başların bu sessizlikleriyle ne demek istediklerini çok iyi anlamıştır.
“Benimle sizin durumunuz, Hz. Yusuf’un kardeşleriyle durumu gibidir. O kardeşlerine nasıl “Bugün size herhangi bir azarlama yoktur. Allah sizi bağışlasın. Zira O, merhametlilerin en merhametlisidir.” dedi ise, ben de aynı şeyi söylüyorum. Gidin, serbestsiniz.”
Akşama kadar bütün Mekke Müslüman olmuştur. Ve ertesi gün askeri güç, artık ona ihtiyaç kalmadığı için Mekke’nin dışına çıkarılır.
Fakat Mekke’nin fethedileceği anlaşıldığı zaman, şehir dışına, uzaklara kaçanlar vardır. Bunlar Hz. Muhammed (asv)’i tanımayan, hiçbir şefkat ve bağışlama gücünün de kendilerinin affına yetmeyeceğine inanan “ağır suçlulardır.”
Bir tanesi Hz. Muhammed (asv)’in amcasının katili Vahşi’dir. Arkasından haberci gönderir, dönüp Müslüman olmasını ister. Vahşi ürkektir. Mektubunda:
“Ya Muhammed! Sen ‘Kim adam öldürür, ya da Allah’a ortak koşar ya da zina ederse cezaya çarpılır, kıyamet gününde azabı katmerleşir ve azab içinde hor ve hakir olarak ebedi kalır.’ diye söylüyorsun. Hâlbuki ben bunların hepsini yaptım. Benim için hala bir kurtuluş yolu olabilir mi?” der
Bu cevap üzerine Kur’an’da Furkan suresinin 71. Ayeti indirilir. Hz. Muhammed (asv) indirilen ayeti yazdırır ve Vahşi’ye yollar:
“Meğer ki, tövbe ve iman edip iyi amel ve davranışlarda bulunan kimseler ola. İşte Allah bunların günahlarını iyiliklere çevirtir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”
Vahşi bununla da tatmin olmaz.
“Ya Muhammed! Tövbe, iman ve iyi amel, ağır bir şarttır, olabilir ki gücüm yetmez.”
Bu cevaba cevap yeni inen Nisa suresinin 48. Ayetinden gelir:
“Şüphesiz ki Allah kendisine eş tanınmasını bağışlamaz. Fakat bunun dışında kalan günahları dilediği kimse için bağışlar.”
Vahşi gene ikna olmamıştır. Yeni bir mektup yazar
“Ya Muhammed; bundan “eğer Allah dilerse buyruğunu yapacaktır” anlamı çıkmaktadır. Ben bilmiyorum, Allah benim hakkımda böyle bir şey dileyecek mi?”der,
Bunun üzerine de Zümer suresinin 53. Ayeti indirilir:
“De ki ey kendilerinin aleyhinde günah sınırını aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz O, çok merhametli, çok bağışlayıcıdır.”
Vahşi:
“İşte şimdi oldu.” der. Mekke’ye gelir ve Müslüman olur.
İnsanlar sorarlar:
“Ey Allah’ın Elçisi! Bütün bu müjdeler sadece Vahşi için mi, yoksa hepimize mi?”
O cevaplar:
“Hepinize!..”
Önceki yıllarda, Bedir’de öldürülen yakınlarının intikamını almak için Medine’ye Hz. Muhammed (asv)’i öldürsün diye suikastçiler göndermiş olan Kureyş’in ulularından Ümeyye oğlu Safvan’da kaçaklardandır. Kendisini ikna edip, geri getirmek üzere, Hz. Muhammed (asv)’e suikastçi olarak gönderdiği Umeyr oğlu Vehb gönderilir. Yanında, Hz. Muhammed (asv)’in “dokunulmazlık” sözünün belgesi olarak verdiği sarığı da vardır. Safvan güvenir ve geri döner. Fakat henüz İslam’a hazır değildir. Hz. Muhammed (asv)’in karşısında durur.
“Bana iki ay izin tanı. Dinini kabul edip etmemek için düşüneyim.” der.
Hz. Muhammed (asv) cevap verir.
“İki ay değil dört ay izin, sana.”
Dört ay dolmadan Safvan kendi isteğiyle Müslüman olur
Örnek kaçakların üçüncüsü, Bedir’de öldürülünceye kadar İslam ve Hz. Muhammed (asv) düşmanlığının başını çekmiş ve O’nun tarafından “Bu ümmetin firavunudur.” diye tanımlanmış olan Ebu Cehil’in oğlu İkrime’dir. İkrime de çok şeyler yapmıştır. Öyle ki Hz. Muhammed (asv) onun hakkında da “Ondan çektiğimi babasından çekmedim.” diyecektir.
İkrime’yi ikna edip geri döndürme görevini de eşi üstüne alır. Yemen sahilinde, gemiye binmiş ve Afrika’ya geçmek üzereyken kendisini yakalar. Mekke’ye döndürür. İkrime’nin içeri girmekte olduğu söylenince Hz. Muhammed (asv) yanında oturan arkadaşlarını uyarır.
“Sakın babası aleyhinde konuşup, kendisini rencide etmeyin.”
İkrime içeri girer. Hz. Muhammed (asv) kendisini kucaklayarak karşılar.
“Süvari muhacir, hoş geldin.” der. Yanına oturtur. Gördükleri, duydukları ve yaşadıkları karşısında şaşıran İkrime söz verir.
“Ey Allah’ın Elçisi! Sen şahid ol bugüne kadar senin dinini engellemek yolunda harcadığım gayretin ve paranın en az iki katını ona hizmet etmek için harcayacağım.”
İkrime sözünde durur. Yıllar sonra, Hz. Ömer (ra)’in halifeliği döneminde Orta Doğu’nun Müslüman oluşuna yol açan Yermuk savaşında bir yudum su içemeden şehid olan üç mücahitten biri de İkrime’dir. Vücudunda yetmiş tane kılıç yarası sayarlar.[18]
[1]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, I/44.
[2]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, I/54.
[3]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, III/210.
[4]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, III/245.
[5]Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, I/53.
[6]Ataullah b.Fazlullah, Ravzatü’l-Ahbab, s.174; Onk. Dr. Haluk Nurbaki, Fahr-i Kainat Efendimiz, s.93.
[7]M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, I/128.
[8]M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, III/73.
[9]Ed: Prof. Dr. i. Lütfi Çakan, Hazreti Peygamber ve Aile Hayatı, s.82.
[10]M. Fethullah Gülen, Sonsuz Nur, I/39l.
[11]Abdurrahman Azzam, Peygamberimizin Örnek Ahlakı, s.69.
[12]Yüksel Çopur, Kainatın iftihar Tablosu. s.242; Prof. Dr. Hüseyin Algül, Alemlere Rahmet Hz. Muhammed, s.93.
[13]İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, s.168.
[14]İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, s.119.
[15]İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, s.117.
[16]İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, shf: 208.
[17]M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, III/195.
[18]M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, I/55, 123, 192, 199, 205-209; (II/524; IV/27; İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, s.172; Abdurrahman Azzam, Peygamberimizin Örnek Ahlakı, s.77, 83; Ataullah b.Fazlullah, Ravzatü’l-Ahbab, s.258