(1145-1221) 13. asirda yasamis büyük alim ve veli zatlardan birisidir. Asil adi Ahmed olmasina ragmen “Necmeddin-i Kübra” olarak taninmis ve bu isimle söhret bulmustur. Ilim tahsili için bir çok Islam beldesini dolasmis ve muhtelif alimlerden ders almistir. Ilmini tamamladiktan sonra memleketi Harezm’e dönerek, iman ve Islam hizmetinde bulunmustur. Çok sayida talebe yetistirdigi gibi, önemli eserler de yazmistir. Tasavvuf alimi olup, Kur’an-i Kerim’in zahiri manasinin yaninda, batinî ve isari manalariyla da mesgul olmus ve tefsir yazmistir.
Risale-i Nur’da, batinî ve isari manalarla ilgili olarak tefsir yazanlar arasinda ismi zikredilmektedir. (Kastamonu Lahikasi, s. 144) Künyesi; Ebü’l-Cennab Ahmed bin Ömer bin Muhammed Hayveki el-Harezmi seklindedir.
Ahmed, 1145 yilinda Harezm’in Hayvek köyünde dünyaya geldi. Babasinin adi Ömer’dir. Çocuk yasta egitim ve ögretime basladi. Egitimini tekmil etmek maksadiyla bir çok Islam beldesini dolasarak taninmis alimlerden dersler aldi. Bu çerçevede, Iskenderiye’ye giderek Ebu Tahir Silefî, Isfahan’da Ebü’l-Mekarim, Ahmed ibn Muhammed Leban, Hemedan’da Hafiz Ebü’l-Ala, Nisabur’da Ebü’l-Meali Füravi ve Misir’da da Ebu Muhammed Sirazi’den ders aldi. Bunlarin disinda da birçok alimin ilminden istifade etme yoluna gitti.
Ahmed, ögrendigi bilgilerle yetinmeyerek isim ve söhretini duydugu alimin bulundugu beldeye gitmek suretiyle, ilim ögrenmek için büyük bir çaba gösterdi. Nitekim, Misir’da bulundugu sirada Tebriz’de bulunan bir alimin söhretini duydu. Söz konusu alim Peygamber Efendimizin (asm) Sünnetlerini ders olarak okutmaktaydi. Bu bilgiler üzerine Tebriz’e gitti. Güzel dersler okutan Ebu Nasr Hafda’dan Sünnet derslerini aldi. Bu arada eser yazmaya basladi ve ilk olarak kelam konusunu isledigi “Sünnet ve’l-mesalih” adli eserini kaleme aldi.
Ahmed, hocasi ve ayni zamanda amcasi olan Ebu Necib Sühreverdi’den de ders aldi ve önemli ölçüde onun etkisinde kaldi. Özellikle tasavvufla ilgili konularda amcasindan çok sey ögrendigi ve onun egitiminden geçerek büyüdügü kaydedilmektedir. Tasavvuf ile ilgili olarak Fahreddin-i Razi, Ismail Kasri ve Ammar bin Yasir’den de dersler aldigi, bilgilerini pekistirerek önemli bir konuma geldigi belirtilmektedir.
Misir’da bulundugu sirada, ders aldigi hocasindan çok büyük yakinlik gördü. Hocasi ona evladi gibi muamelede bulundu. Daha sonra hocasinin kiziyla evlendi ve Misir’da bulundugu süre zarfinda iki oglu dünyaya geldi.
13. asrin büyük alimlerinden olan Ahmed, yasadigi dönem ve sonrasinda bir çok lakap ve unvanla anildi. Girdigi bütün münazara ve ilmi tartismalardan galip çikmasinda dolayi Tammetü’l-Kübra, dogdugu köyün ismine izafeten Hayvekî, ayrica, Seyhü’l-imam, Necmeddin-i Kübra, Zahidü’l-Kebir, Seyh-i Harezmî gibi unvan ve lakaplarla anildi. Asil adindan çok Necmeddin-i Kübra unvaniyla taninip meshur oldu.
Ahmed, egitimini tamamladiktan ve çok önemli bir ilerleme kat ettikten sonra, hocalarinin da tavsiyesiyle, ailesiyle birlikte memleketi Harezm’e döndü. Bildiklerini ve ögrendiklerini insanlarla paylasarak, insanlari Hakk ve hakikat yolunda aydinlatmaya çalisti. Çevresindeki etkisi ve sayginligiyla tasavvufun önde gelenleri arasinda yer aldi. Vaaz ve irsatlari büyük bir ragbet gördü. Böylece kisa zamanda, ilme merakli çok sayida talebenin yanina gelmesine ve kendisinden ders almasina vesile oldu.
Necmeddin-i Kübra çok sayida talebe yetistirdi. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin babasi olan Bahaeddin Veled, Mecdüddin-i Bagdadi, Baba Kemal Cündi, Abdülaziz bin Hilal, Necmeddin-i Razi, Nasir bin Mensur yetistirdigi ünlü talebelerinden bir kaçidir.
Ahmed, Islam’in güzel ahlakini yasayarak etrafinda bulunan insanlara büyük bir örnek teskil etti. Peygamber Efendimizin, “Ben güzel ahlaki tamamlamak için geldim” mealindeki hadisini bizzat yasayarak gösterenler arasindaki yerini aldi. Ibadet ve Hakka hizmet noktasinda asla gevseklik göstermedi. Ulasabildigi tüm insanlara yardim etmeye ve onlar için faydali olmaya çalisti.
Necmeddin-i Kübra, Kur’an-i Kerim ayetlerinin zahiri manalarinin yaninda batinî ve isarî manalariyla ilgili tefsir yazan alim ve veli zatlardan birisidir. Risale-i Nur’da ismi zikredilerek bu konuda bazi açiklamalarda bulunulmaktadir. (Kastamonu Lahikasi, s. 144; Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 55) Kiyamete kadar hükmü devam edecek olan Kur’an-i Kerim bu özelliginden dolayi, her asir insaninin ihtiyaçlarini karsilayacak ve ihtiyaçlarina cevap verecek hüküm ve manalari ihtiva etmektedir. Bu sebepten dolayi, asirlar boyunca degisen ve gelisen tüm sartlara ragmen, ayetleri tefsir eden alimler, insanlarin karsilastigi problemleri asmaya ve onlara yardimci olmaya çalismislardir.
Bediüzzaman, Necmeddin-i Kübra gibi çok sayidaki ehli velayetin batinî ve isarî manalari ihtiva eden tefsirleri kaleme aldiklarini, bu alimlerin kendi asirlarina ve problemlerine cevap veren açiklamalarda bulunduklarini; örnegin, “Mûsâ (a.s.) ve Firavundan murad, kalb ve nefistir” dedikleri halde, söz konusu tefsirlerin ulemanin tasdikinden geçtigi gibi, ümmet tarafindan da kendilerine ilisilmedigini belirtmektedir. Ayetlerden muhtelif zamanlarda çikartilan çok sayidaki yorum ve tevillere karisilmayarak, saygi gösterildigi gibi, asrimizda Kur’an-i Kerim’in bir tefsiri olan, bu asrin hastaliklarina cevap veren Risale-i Nur’un da ayni saygiyi görmesi ve bu çerçevede degerlendirilmesi gerektigini izah etmektedir. Ayetlerin cüzi manalari ve sadece belli bir olay ve hadiseyle sinirli olmadiklari, aksine, külli manalari ihtiva ettiklerini belirttikten sonra, Risale-i Nur’un da “Kur’an-i Mübîn’in nurunu ve hidayetini nesreden bir kitab-i mübîn” oldugunu belirtmektedir. (Kastamonu Lahikasi, s. 144)
Necmeddin-i Kübra, iman ve irfan hizmetini sürdürürken, bölgeyi kasip kavuran, baslarinda Cengiz’in bulundugu Mogol tehlikesiyle karsilasti. Tarihin kaydettigi büyük felaket ve katliamlarindan birini gerçeklestiren Mogollara karsi talebelerini memleketlerine gönderen büyük insan, kendisi de silaha sarildi. Talebelerini memleketlerini savunmak üzere gönderirken, sarktan fitne atesinin geldigini, her tarafi yakacagini ve Islam tarihinde böyle bir fitnenin görülmedigini söyledi.
Mogollara karsi kilicini eline alarak savastigini belirten tarihi kaynaklarda fikir birligi mevcut olup, vatan savunmasi için cihat ederken sehit düstügü aktarilmaktadir. Harezm’e saldiran Cengiz’in askerleriyle savasirken 1221 yilinda sehit düsmüstür. Türbesi Türkmenistan’in Köhneürgenç sehrinde bulunmaktadir.
Necmeddin-i Kübra, talebe yetistirmege büyük önem verip zamanini bu ugurda harcamasinin yaninda, önemli eserler de kaleme alarak insanlarin istifadesine sundu. Kâtip Çelebi, müellifin kaleme aldigi eserlerinden örnekler vermektedir. En önemli eseri, Kur’an-i Kerim’i tefsir ettigi ve 12 ciltten olusan Aynü’l-Hayat’tir.
Eserlerinden bazilari sunlardir: Usul-i Asere, Risale fi Süluk, Risale ile’l-Haim, Fevaihü’l-Cemal, Adabü’s-Sufiye, Risale-i Necmeddin, Sekinetü’s-Salihin, Hidayetü’l-Talibin. Eserlerinin hemen hemen tamami Arapça olarak kaleme alinmistir. Rubailer de kaleme almis olup bunlari ise Farsça yazmistir.