Mezhep nedir? Mezheplere bakışımız nasıl olmalıdır?
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizden sonra, O’nun bıraktığı dini daha iyi yaşama gayretinin sonucu olarak farklı mezhepler çıkmıştır. Buradaki mezhepler, önceki din mensuplarının yaptığı gibi, dini yontma üzerine kurulu değildir. ‘Ne demek istemişti?’ araştırmasının sonucu olan bir mezhepleşmeden söz edebiliriz. Bu manada, şimdi bilindiği gibi dört adet mezhep de yoktur. Mezheplerin sayısı daha fazladır. Zaman bir kısmının unutulmasına yol açmıştır.
Biz Müslümanlar olarak, sadece Müslüman kimliğimizi biliriz. Hiçbir Müslüman, mezhebi ile anılamaz. Çünkü İslam, ilave bir isme gerek bırakmayan bir dindir.
Mezheplerle ilgili olarak şu kurallara dikkat etmek durumundayız:
1- Mezhepler, tamamen ilmi maksatlar ve çalışmaların ürünüdür. En azından şu anda bilinen DÖRT MEZHEP böyledir. Siyasi bir etkiden söz etmek insafsızlıktır. Ebu Hanife ve diğerleri, ilmi kimlikleriyle öne çıkmış, tarihin kaydettiği nadir şahsiyetlerdendirler. Kendilerinin de biz mezhebimiz olsun, insanlar bizim peşimizden gelsin gibi bir amacı olmamıştır. Dört mezhebin ilk büyükleri, takvaları ve zühdleriyle meşhur kimselerdi. Şu anda bizim elimizdeki bilgi kaynakları, tecrübe birikimi gibi imkânlar ellerinde olmadığı halde, olağanüstü denecek çapta himmet göstererek dinleri için bir şeyler yapmaya çalıştılar. Bu ümmet onları, sadece hürmetle anmalı, hayır dua etmelidir. Allah onlardan razı olsun.
2- Hiçbir mezhep imamı, ‘peşimden gelin.’ demedi ama dediklerinin yabana atılmasına da razı olmadı. Dediklerinin ‘din’ olduğuna samimiyetle inandılar. Bu durum, onlarda sonra gelenlerin, mezhep büyüklerinin peşinden gitmeyi abarttığı vehmi doğuracak tutumlar sergilemesine neden olmuş olabilir. Her halükârda, Müslümanlar, bir mezhep imamının peşinden gitmek zorunda değillerdir. Bizim için son söz Kur’an’dır, sünnettir. Mezhep imamlarını, Kur’an ve sünneti önümüze hazır malzeme olarak getirdikleri için taklit ediyoruz. Bu taklidimizde, bizi de onları da bağlayan Kur’an ve sünnet olmalıdır. Herhangi bir meselede, mezhep imamlarının açık bir Kur’an muhalefetini gördüğümüzde tavrımız bellidir; Kur’an’dan ve sünnetten yanayız. O imamın tavrı da aslında budur.
3- Mezheplerin anlaşılabilmesi için şunu da bilmemiz gerekir: ‘Kur’an’ın şu ayeti şöyle diyor.’ diyebilmek sanıldığı kadar kolay değildir. Kur’an derin bir derya olarak, içine dalanın kendisine bir yığın inci çıkarabileceği bir kitaptır. O imamlar da filan surenin filan ayeti dedikleri için, ortaya mezhepler çıktı. Şimdi, ‘bu mezheplere ne gerek var, kitap ortada!’ mantıklı çıkışlarda, yeni bir mezhep olma nüvesi gizlidir. ‘Onlar değil, ben!’ iddiası dillendirilmese de vardır.
4- Kur’an ve hadis bilgisinin, ‘hoca bilgisi’ düzeyinin bile üstüne çıktığı bir dönemde İslam’ı yaşamak isteyen bir Müslüman’a, ‘Kur’an’a ve Sünnet’e sarıl!’ şeklinde verilecek bir mesajın uygulanırlığı yok denecek düzeydedir. Müslümanların mevcut şartlarda, ana kaynaklardan hüküm çıkarıp din yaşamaları mümkün değildir. Bu nedenle, daha önce gerekli hükümleri çıkarıp, ümmetin hizmetine sunmuş bulunan fukahanın eserleri, dolayısıyla mezhepler bir nimettir. Çağımızdaki ilim erbabının bile onları yok sayması mümkün görülmemektedir. Bu da Müslüman’a bir mezhebi izleme mecburiyeti getirmektedir. Ancak ‘bir mezhebi izlemek’ ile ‘bir mezhebi din haline getirmek’ aynı görülmemelidir. Nihayetinde beşer ürünü olan ictihadların, ayet-hadis gibi görülmesi, onları ayet-hadis yapmaz.
5- Bir mezhebi terk edip başka bir mezhebe intikal etmek, dinin ağır zannedilen hükümlerinden kaçmak için yapılıyorsa zaten dini tercih etmeye kimse zorlanmamaktadır. Mezhepleri kaçamak aracı olarak kullanmanın gereği kalmaz. Hayır, mesele Müslüman’ın çözümsüz bir sorununa, başka bir fakihin ictihadı ile çözüm üretmekse, kalpler Allah’ın nazarına açık olduğuna göre, kimsenin niyetinden dolayı tenkit edilmesi de gerekmez.
6- İctihad ve mezhepler esasen fıkıh konuları içindir. Fıkıhta ictihada müsaitlik oranı geniştir. İtikadi konularda bu genişlikten söz edemeyiz.
Mesela: A mezhebine göre meleklere iman edilir, B mezhebine göre edilmez denemeyeceğine göre itikadi konularda mezhep, fıkıhtaki gibi görülemez. İtikad konularında bugün mezhep olarak bildiğimiz ekoller, itikadın ana meselelerinde değil, o meseleler etrafında oluşmuş tartışma ortamına ait konuları ihtiva etmektedir.
7- Müslümanların birbirlerini mezheplerine göre değerlendirme hakları olmadığı gibi, tarihin hiçbir dönemi, böyle bir bakış tarzının görmezden gelinebileceği uygun ortamlara müsait olmamıştır. Mezhep üzerinden veya mezhep ekseninde dönen konularda yapılan tartışmalarda, ümmetin genel durumunu ve dik durmaya olan ihtiyacı itibara almamak en azından sorumsuzluktur.
8- ‘Sünnilik’ ve ‘Şiilik’ bu başlıkta ele alınan mezhep kavramının dışında görülmelidir. Özellikle Şiilik, İslam tarihinin en dramatik olaylarının başında gelebilecek bir facia üzerine kurulmuş ve o mantıkla canlı tutulan bir mezheptir. Bu yönüyle bakıldığında, İSLAM dairesinin onca geniş çapında önemli bir yer tutmaması gerekmektedir. Sünnilik ise, o olay dâhil, İslam’ı dengeli ve ilk haliyle anlayıp yaşamanın adıdır.
9- Bütün imtihan konuları gibi, mezehep konusunda da mutedillik esasının muhafaza edilmesi, iyi Müslümanlık vasıflarındandır. İslam’ın önüne geçirilmiş bir mezhep anlayışı kadar, İslam’ı bugünlere getirenlerin yok sayılması anlayışı arasında, Hakk’a tabi olma anlayışına bağlı kalmalıyız.