Haçlılar bir İslâm alimini şehir meydanındaki kandil astıkları direğe asarak idam
ederlerken İslâm alimi şehadet getirdikten sonra: “Şimdi asın, beynimin
içindekilerden aydınlanmadınız. Belki beynim kandilinize yağ olur da şehrinizi aydınlatır” der.
Moğolların taş üstünde taş, omuz üzerinde baş bırakmadığı dönemlerde Mevlana: “Biz, öd ağacı gibiyiz. Bizi yakanlara bile güzel kokular veririz. Biz mum gibiyiz. Bizi yakanlara ışık oluruz” der.
Hz. İbrahim, kendisini ateşe atan, ülkesinden göçe zorlayan halkı hakkında: “Rabbim, o putlar birçok insanı saptırdı. Bana uyan bendendir. Bana isyan edene gelince şüphesiz Sen, bağışlayansın, esirgeyensin” diye dua eder. (İbrahim 36)
İsa aleyhisselâm, kendinin peygamber olduğunu inkar edenler, annesi Meryem validemize iftira edenler, sevgide aşırı gidip Hz. İsa’yı ve Meryem validemizi ilahlaştıranlar hakkında: “(Allahım) Eğer Sen onlara azap edersen, şüphesiz onlar Senin kulların. Eğer onları afvedersen, şüphesiz Sen Azizsin, Hakimsin” diye Rabbine yalvarır. (Maide 118)
Sevgili Peygamberimiz bir gece sabaha kadar namaz kılar ve her rekatta Fatihadan sonra İsa aleyhisselâmın bu duasını okur. (Ebu Davud, K.Vitir, hadis 1435)
Tarihin her döneminde, kafirin kısır mantığının bittiği yerde kaba kuvvete baş vurduğunu Rabbimiz örnekleriyle veriyor. “Yasin” suresinin ikinci sahifesinde bir şehre gelip hak dini anlatmaya başlayanlara ve onlara iman edenlerden birine şehrin meydanında işkence etmeye başlarlar. Zalimlerin ayakları altında can veren o Mü’min insan “Ah, keşke milletim Rabbimin beni affettiğini ve beni Cennette ikram
olunanlardan kıldığını bir bilseydi” diyor. (Yasin 27)
Linç edilirken kendini linç edenlere karşı iyi duygular beslemek ve onlarında Müslüman olmasını istemek ve sağlamak ancak Peygamber eğitiminden geçenlere nasip olur.
İşte biz bu asırda internet yoluyla banka soyan, güdümlü mermilerle adam öldüren, yüzünde nefesinin koktuğu kadınlara ve erkeklere fuhuş yapma imkanları vererek “Özgürlükler ülkesi” dedirten, IMF kararlarıyla altı milyar insana yetecek dünyanın imkanlarını 200 insana aktaran ve bunun adına da batı medeniyeti diye aydınlarımıza yutturan, elindeki
silahlarla siyasilerin gözlerini korkutan, sömürülerine engel olarak İslâm’ı görenlere, kimlik kartımız olarak Kur’an’ı gösterelim. Ama biz de kimliğimize uygun dil kullanalım, hal sergileyelim.
Bir ömürlük yol alacağız. Bu yolculuğumuzda haksız yere bir damla kan akıtmadığımız gibi bir dâne de haram olarak tenimize dokunmamalı. Kan akıtan, haram yiyenlere de engel olmalı.
Kara topraktan rengârenk sebze ve meyveler çıkaran Rabbimin mülkünde edebimizi koruyarak yerken, çekirdeğin öldükten sonra çiçek açıp dirildiği gibi ahirette dirileceğimizi ve yaptıklarımızdan hesap vereceğimizi bilelim.
Elimizin emeğini yiyelim. El veren, akıl veren, yerden sular fışkırtan Rabbimize şükredelim.
Gökyüzünden yağmurun yağmaması, kuraklık, kıtlık, dünyanın ısınması, 250 kilometre hızla gelen kasırga 7, 8 veya 9 şiddetindeki bir deprem, sel baskınları, bizim zayıf bir kul olduğumuzu hatırlatıyor.
Biz, ellerimizle yaptığımız aletlerle aya çıksak da, denizin en derin yerine insek de her yerde Rabbimizi unutmayacağız.
O, Kendini hatırlamamız için güneş, ay, yıldızlar, çiçekler, böcekler yaratmış. İki gözümüzü ve gönül gözümüzü iyi açalım. Elimizle kazandığımız helal rızkımızı Allah’ın kullarıyla paylaşalım.
Mahşerde “eyvaaaaah” demeden bu dünyada “Allah” diyelim.