“Nefsin iman etmemesi” ifadesine, mecazî ve tasavvufî bir anlam yüklenmiştir. Yani, bir insanın aklı ve kalbi tam bir teslimiyet içerisinde olduğu halde, nefs-i emmare bazı vesveseler geçirebilir. Şeytanın telkinleri karşısında, şüphe gibi görünen bazı haller meydana gelebilir. Fakat, iman aklın ve kalbin ürünü olduğundan, nefsin bu konuda lakayt kalması, imana zarar vermez, demektir.
Nitekim, Allah Teâlâ, Kur`an-ı Kerim`de Yusuf (a.s)`ın dilinden nefsin kötülükleri işlemeyi, heva ve hevesi doğrultusunda Allah`ın emirlerine muhalefet etmeyi arzuladığını ve sahibini buna yöneltmek için zorladığını bildirmektedir:
“Nefsimi temize çıkaramam. Çünkü Rabbimin acıyıp koruduğu hariç, nefis aşırı şekilde kötülüğü emredicidir…” (Yusuf, 12/53).
İmanla ilgili konuyu çağrıştıracak, amelle ilgili bir örnek vermekte fayda mülahaza ediyoruz. Örneğin, aklımız ve kalbimizdeki imanımızla günde beş vakit namaz kılmamız gerektiğine inandığımız halde, nefsimiz, şeytanın telkinleriyle ve tembellik kulağıyla vicdanın derinliklerinden kopup gelen bu kulluk sesini duymak istemeyebilir ve onu gereksiz görebilir. İşte insanın kalbinde iman olduğu zaman, nefsin bu safsatası, onu imandan çıkarmaz. Oysa, iman mahalli olan kalp ve aklıyla namazı hafife alsa, dinden çıkmış olur. Bununla beraber, genel olarak insanların akıl midesini bulandıracağı için, bu tür ifadelerin ulu orta kullanılması isabetli değildir.
– İslamiyet’ten haberi olduğu halde, imansız /inançsız bir kimse, tövbe etmeyip imansız olarak ölürse -ölüm şekli ne olursa olsun- asla cennete giremez, kalacak tek yeri ebedî cehennemdir. Ayet ve hadisleri temel referans alan ehl-i sünnetin itikadı budur. “Allah, vatan uğrunda -fakat kâfir olarak- ölen kimseye rahmet nazarıyla bakar” demek, Allah’a büyük bir iftiradır.
Ancak İslamiyet’ten haberi olmayanların durumu farklıdır.