Abdürrahmân bin Avf (r.a) buyurdu.
Hazret-i Ömer bir gece bir tulumu su ile doldurup, arkasına almış, Medîne-i Münevvere köylerine giderken yorulmuş.
Ben dedim ki,
-Ey emîr-el mü’minîn, yorulmuşsunuz! Bana ver, biraz da ben götüreyim.
Buyurdu ki,
-Eğer bugün sen benim tulumumun yükünü götürür isen, yarın benim günâhımın yükünü kim götürür.
Dedim,
-Senin ne yükün var ki, sen Resûlullahın (sav) yolu üzerine yürüyorsun.
Buyurdu ki,
-Ben Resûlullah hazretlerinin dostu o zemân olurum ki, bu hilâfetden başabaş kurtulayım.
Oğulları Abdüllah babasının vefâtlarından bir sene sonra onu rüyâda görmüş. Sabâhleyin başı açık dışarı gelip, Resûlullah (sav) hazretlerinin mescid-i şerîflerine vardı. Seslenip, dedi ki,
-Ey Sahâbîler, toplanın. Babamın selâmını size getirdim. Hepsi toplandılar.
Orada Abdüllah hazretleri buyurdu.
-Dün gece babamı rü’yâda gördüm. Dün geceye kadar, babamın âhırete göç edişi bir sene oldu. Resûlullah (sav) hazretlerine babamı rüyâda göreyim niyyeti ile salevât getirirdim. Fekat, göremezdim. Tâ dün gece gördüm. Babamın yüzü değişmiş.
Dedim,
-Ey baba! Bu ne hâldir. Senin yüzünün rengi kırmızı idi.
Dedi,
-Ey oğul, şimdi kurtuldum. Şimdiye kadar muhâsebede idim.
Dedim.
-Ey baba nasıl hesâb olundun.
-Hesâbın biri bitmeden biri başlıyordu. Hâl bir yere erişdi ki, beyt-ül-mâla âid sadaka develerinin bir yuları var idi. Birçok yerden bağlamışdım. Artık deveye takacak yeri kalmamışdı. Dışarı atmışdım. Cenâb-ı Rabbil âlemînden azarlayıcı hitâb geldi ki, niçin o yuları atdın. Müslimânların malını zâyi etdin.
-Ey baba, bu itâbdan ne sebeble kurtuldun.
Dedi ki,
-Ey oğul! O mektûb sebebi ile ki, sana demişdim. Bu mektûbu benim kefenim arasına koy.
O mektûb şu idi.
Bir gün Hasen ve Hüseyn (r.anhüma) hazretleri babamın yanına geldiler. Selâm verdiler. Oturdular. Babam, müslimânların işi ile meşgûl idi. Selâmlarını işitmedi. Sonra işi bitdi.
-Buraya gelin.
Onlar dediler,
-Biz selâm verdik.
Babam dedi,
-İşitmedim.
Babam kalkdı. Onların yanına vardı. Onların ikisi de ayağa kalkdılar. Babam ikisinin de elini öpdü. Hazîne ile meşgûl olan hizmetkâra buyurdu ki,
-İki kaftan getir.
Her birini birine giydir. Onlardan sonra özr dileyip, dedi ki,
-Bizden râzı olun ki, bilmedik, kusûr etdik.
Hasen ve Hüseyn (r.anhüma), babalarının huzûrlarına vardılar.
Dediler ki,
-Emîr-ül mü’minîn Ömer bize elbise verdi.
Hazret-i Alî (k.v) çok memnûn oldu ve buyurdu ki,
-Geri Emîr-ül mü’minîn huzûruna gidiniz. Söyleyin ki, bizim babamız der ki, Resûlullah (sav) hazretlerinden işitdim. Resûlullah buyurdu ki, (Ömer hayâtda iken, İslâmın nûrudur. Dünyâdan gidince de Cennet ehlinin çirâğıdır.)
Hasen ve Hüseyn (r.anhüma) geldiler, haber verdiler.
Hazret-i Ömer (r.a) dedi ki,
-Siz ikiniz de onu babanızdan işitdiniz mi?
Dediler,
-Evet.
Hazret-i Ömer oğluna dedi ki,
-Yâ Abdüllah! Divit ve kalem ve kâğıd getir. Hasen ve Hüseynin (r.anhüma) babaları Alîden (ra) işitdikleri ve onun Resûlullahdan (sav) (Ömer hayâtda iken islâmın nûru, dünyâdan gidince de Cennet ehlinin çirâğıdır) buyurduğunu ve üçünün şehâdetlerini yaz.
Üçünün de şehâdetlerini yazdılar.
Sonra, oğluna:
-Ey Abdüllah! Bunu, ben vefât edince, kefenim arasına, göğsüm üzerine koy ki, zor durumda kalınca imdâdıma yetişsin, buyurdu.