İnsan insanın sığınağıdır. Birbirimizde gördüğümüz hataları, yanlışlıklar, ihmalkârlıkları giderebilmek için çok dikkatli, anlayışlı ve duyarlı davranmalıyız. Birbirimizdeki hataları araştırıp dedikodu konusu yapmak, imanımıza, kardeşlik hissiyatımıza vurulacak en büyük darbedir. Bizler ancak cemaat olarak değer kazanabiliriz. Öyle hassas olmalıyız ki kibir içeren en küçük bir hareketi bile büyük kabul ederek ondan uzaklaşmalıyız. Keza Allah’u Tealaya hayat raporumuzu ve teslimiyetimizi arz etmek durumunda olduğumuzu unutmamalıyız.
İnsanın ömrünün bir sermaye olduğunu düşünerek, üzerimize düşen görevleri yapıp gerisini yaratanımıza havale ederiz. Onun izin vermediği hiçbir şey asla tecelli edemez.
Bütün dünyayı kucaklayamayacak kadar küçük olduğumuz için sahip olduğumuz küçük bir şeyi de olsa korumaya çalışmalıyız. Değeri bilinmeyen her lütuf felakete dönüşüyor.
Dünya sahnesinde payına düşen rolü başarıyla oynayan insanları alkışlamalı. İnsanın olduğu yerde problem vardır, önemli olan problemleri büyütmemek ve çok çok şükretmek. Hayata yön vermek elimizde değil.
Nasıl ki, fırtınaya tutulan gemiler, bir mendireğin arkasına çekilmeyi, bir limana girmeyi isterse; insan da maddi ve manevi tufanlara tutulunca uzletin sakinliğine ulaşmak ister. Gülmekle gözyaşı birbirine ne kadar zıtsa, hayatın gerçekleri de öyle…
El kadar yüzde Allah, (c.c.) milyarlarca şekil yaratmış. Gülen ağız, ağlayan göz…Olaylara ve insanlara sevgiyle yaklaşabilmeli insan. Sadece, içten gelen duygularımızı hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın süslü ve özentili bir üsluptan uzak, duygu ve düşünceleri, içtenlikle ve sınırsızca aktarabilmekte maharet…
Arzularımız korkularımızla çarpışıyor. Özlemlerimiz kuşkularımızla vuruşuyor. Hayallerimiz acı tecrübelerimizin bize kurduğu pusulara düşüyor. Mutluluğa doğru coşkulu bir koşu tutturma isteği, en olmadık anda kaçıp gidecek huzurun ihanetinden endişeleniyor. İnsan, en büyük savaşı aslında kendi içinde veriyor. Savaşçıları, galipleri, mağlupları belli olmayan bir savaş bu.
Hayat bir siyah-beyaz film. Kare kare yaşıyoruz. Bazılarında kara fazla, bazılarında beyaz. Herkesin hayatı böyle geçiyor. Ama bizim dinimiz sadece varlığa şükür dini değildir. Bizim dinimiz varlığın kıymetini, yokluğun da anlamını bilmektir. Amentüyü bilen dünyayı da bilir, ahreti de… Kazayı’da kaderi de… Hayrıda, şerride… Ve hepsinin aynı kaynaktan geldiğini de… Var olanında imtihanı var, yok olanında… İnanan böyle bir dengededir.
Bizim insancımız sadece gülen yüzler için değil , ağlayanlar içinde. Bunu bilmedikçe, bu hayatın aslını anlayamayız. Bu hayatın aslını anlamadıkça da ebediyete eremeyiz. Dünyanın imtihan merkezi olduğu gerçeğini idrakimizden çıkarmadığımız müddetçe, Müslüman olarak adımlarımızı itinayla atacağızdır.
Sabır ve şükür sanki insanın iki kanadı gibidir. Birinin eksikliği diğerini etkiler. Bugünün dünyasında sabrı öğrenmek de zor, anlatmakta. Bir tek seçeneğimiz var: Kalplerimizi ‘ es-Sabur ‘ ismi şerifinin sahibine bağlamak. Onun nuruyla kalplerimizi, zihinlerimizi yıkayıp arındırmak. Onunla olmanın, O’na (c.c.) kavuşmanın dünyadan ve içinde olan her şeyden üstün olduğunu görmek, yaşamak. Kalbimize, hayatımıza huzur ve sükun işte o zaman gelecek. İç dünyamızı ve bütün bir hayatımızı sabır mihengine çekmeyi öğrenmeliyiz. Mevla’mız bizleri sabreden sabir, şükreden şakir, zikreden zakir kullarından eylesin.
Duygularımızın daha duru, düşüncelerimizin daha engin, gönüllerimizin daha sevinçli, ruhlarımızın daha coşkun, bünyelerimizin daha sıhhatli, zamanımızın daha bereketli olması temennisiyle.