Cehalet ağından kurtulmamış, Hakk’ı, ayıramayacak kadar geri kalmış bir çevrede yetişen bir genç kız nasıl olur? Bu insan çevresine neler verebilir?
Geçmişinde bir kez olsun doğruyu yapması için teşvik edilmeyen, elinden tutulmayan bir genç kızın şemasını kafanızda çizmenizi istiyorum.
Bugün… yaşındayım ve bir korku içerindeyim, çünkü çok şey kaybettim ve bunların bana nelere mal olduğunu şimdi daha iyi görüyorum. Boşa geçen zamanlarımı düşündükçe neler kaybettiğimi daha iyi anlıyorum.
Geriye dönüp baktığımda bugün bana acı veren bir geçmişle karşılaşıyorum. Şimdiye kadar yaşadığım hayat bana acıdan başka birşey vermedi. Herşeyden önce çocukluk ve genç kızlığa geçiş günlerim hayatımın en bunalımlı günleri olmuştur.
Anne ve babamın uyumsuzlukları, Hakkın bilinmemesi, beni bir umutsuzluk çukuruna itmişti. Babam yapı itibariyle çok sert bir insan. Her zaman dediği dedik. Annem ise bağlılık yemini ettiği için onun her dediğini her yaptığını doğru sayıp, uygular. Böyle bir ailenin mensubu olmanın acısını her zaman duyacağım. Hatırlamak istemediğim bazı olayları aktaracağım…
20 yaşında gerçek hayatı yani müslümanın hayatını tanıdım ve geçmişimden kurtulup kendimce bu hayatı yaşamaya karar verdim, ama beni nelerin beklediğini tahmin etmiyorum.
Son okuduğum iki kitabın üzerimdeki etkisi çok derin oldu ve uyanmama neden oldu. Çocukluğumdan beri dini değerlerin ne demek olduğunu az da olsa bilirdim. Ne zaman dindar, örtülü birini görsem değişik duygular hissediyordum. Ama bu duygular zamanla kayboluyordu. Çünkü ailem ve çevrem hiçte İslami olmayan bir hayat sürüyordu. Bunun ağır yükünü de ben, kardeşlerim taşıyordu.
Ortaokula başlamadan önce yaz tatilinde mahallemizde açılan yaz dönemi Kur’an Kursuna gitmiştim. Başörtüsünün önemi o zamana kadar anlatılmadığı için başım açıktı. Hoca, başımı örtmemi söyledi. Ben de örttüm. Evde de başımı açmak istemiyordum. Ailem bu duruma çok kızıyordu. “Yaşlılar gibi niye başını örtüyorsun.” diyorlardı. Halbuki ben başımı, babaanneme özenip örtmemiştim. Hakikati anlamış bu yüzden örtmüştüm. O sıralarda sağlığımla ilgili problemlerim olduğu için üzerime fazla gelmiyorlardı. Yine de gezmeye gittikleri yerlere beni götürmeyerek cezalandırıyorlardı. Babam mahsustan küsüyordu.
O sıralar Diyarbakır’da fakülte hastahanesi yeni açılmıştı. Üstün bir sağlık hizmeti veriyor diye ailem beni oraya götürdü. Orada bir otelde kalıyorduk. Son olarak bir profesöre muayene olacaktım. Sabah, otelden çıkarken başımı örttüm. Yolda babam çok kızdı, başımı açmamı söyledi. Dediğini yapmadım tabii.. Çünkü hocamız, hanımlar başları açık gezemezler demişti. Babam eşerbımı başımdan çekti, aldı. Ben çok üzüldüm, ağladım. Şimdi düşünüyorum.
40 yaşındaki babam 10 yaşındaki bir çocuğun örtüsünden utanç duyuyordu. Çocuğunun Allah’ı tanıması, doğruyu öğrenmesi onu rahatsız ediyordu. İşte bu yüzden eşarpsız dolaşmaya devam ettim. Bir daha da o Kur’an Kursuna gidemedim.Çünkü doktor , babama, hastalığımın ilerlemiş olduğunu, titizlik gösterilip dışarı çıkarılmamamı söylemişti. Uzun süre evden dışarı çıkamadım.
Daha sonra ortaokula başladım. Orta 3. sınıfa geldiğimde okula bir Din Kültürü ve Ahlak dersi hocası geldi. Çok iyi bir insandı. Onun sohbetini dinlemek beni çok mutlu ediyordu. Ona durmadan sorular soruyor, beni aydınlatmasını istiyordum.O da bana çok yardımcı oluyordu. O sıralar İslam’a olan ilgim biraz daha arttı.
Dini kitapları okuma merakım gelişti. Fakat o tür kitapları okumamı ailem yasaklamıştı. Bu arada okul bitmişti. Artık hocalarım da yoktu bana kim yardım edecekti? Kursa da gidemiyordum. Ailemin durumu malumdu. Çevrem, çıkarcı insanlarla doluydu. Uzaktan tanıdığım bazı kapalı aileler vardı onları gördüğümde neden annem de onlar gibi düzenli bir hayat yaşamıyor diye düşünüyordum? Ortaokuldan sonra artık okumamaya karar vermiştim. Ailem bu karara çok kızdı.
Aradan biraz zaman geçmiş, 15 yaşıma basmıştım. Hergün biraz daha bunalıma giriyordum. Annem babam beni mutlu etmek için durmadan elbiseler, eşyalar v.s. alıyorlardı. Bunlar beni mutlu eden şeyler değildi. Sıkıntılı günlerim devam ediyordu. Bizim dedelerimiz Kafkasya’dan gelme olduğu için, başka çoğu topluluklarda rastlanılmayan, bize mahsus örf ve adetlerimiz vardır. Bunlara uymak zorunludur. Çünkü babam çok milliyetçidir. Bu durumda yapılacak çok şey yoktu. Onlar gibi yaşamaktan başka. Bununla beraber yaptığım en önemli şey, devamlı kitap okumaktı. Yaşantım çevremle aynıydı, tek fark, farklı düşünüyor olmamdı.
Bir müddet geçtikten sonra boş durmamak için Akşam Sanat Okuluna gittim. Burayı bitirdikten sonra çok zor anlarım oldu. Buralarda içine düştüğüm manevi çöküntüyü unutamıyorum. Babamın, içki sofrasını bizim yanımızda kurmasını, kumar oynayıp gece 1’lerde gelip sonra da Allah tanımadan din iman küfür etmesini bir türlü hazmedemiyordum.
Sarhoş olup sızmazdı, ama o havaya girerdi, kendine gelince pişmanlık duyardı.Böyle zamanlarda bana hep “deli” derdi, “yobaz, dinsiz” derdi. Bunları unutmak ve hazmetmek mümkün değildi. Her gece Allah’a dua ederdim, “Ya, babamın canını al ya da benim” diye… Öyle bir an gelmişti ki, ondan tamamıyla nefret ediyordum. Şimdi bunları daha sağlıklı düşününce gözyaşlarımı tutamıyorum.
Yaşadığım bunalımlı günlerde artık hayatımın anlamı kalmamıştı. Kafam karma karışıktı, ne düşüneceğimi, ne yapacağımı bilemiyordum. Bazen evi terk etmek, kurtulmak istiyordum. Ama daha 17 yaşındaydım ve babam asla beni af etmez, bulduğu anda gözünü kırpmadan öldürürdü. Çünkü onun için itibar herşeydi. Böyle bir hayata katlanmanın ne demek olduğunu bilemezsiniz. Öyle anlar geliyor ki, artık kendime hakim olamıyordum. Sinir nöbetleri sıklaşmış, ellerimin ve ayaklarımın titremesini durdurmak için üzerime evdeki bütün minderleri yığıyorlardı…
….Babam bir kamu kuruluşunda müdürdür. Onun çalıştığı kuruma memur alacaklardı, imtihan açıldı. Ben de girdim ve kazandım. İşe girdim, girmesine ama böylece, kendi ellerimle kendime kötülük ettim. Babam ağır bir kalp spazmı geçirdi, bu yüzden içki ve kumarı bıraktı. Ben ne kadar sevindim bilemezsiniz. Ama bu sevinç fazla sürmedi. Bir müddet sonra yine eski yaşantısına döndü.
İşe gireli 2 yıl olmuştu bir arkadaşım bana iki kitap verdi Ahmet Günbay YILDIZ’ın “BOŞLUK”, Zeynep el Gazali’nin “ZİNDAN HATIRALARI” adlı kitapları beni gerçekle yüzyüze getirdi. Artık uyanmalı, bu cehalete “dur!.” demeliydim. “Zindan Hatıraları” nı en az beş kez okudum, ama her defasında göz yaşlarıma hakim olamadım. Kalbimin titrediğini ve huzur bulduğunu hissediyordum. O günler hep kendi kendimle hesaplaştım. Artık, çok geç olmadan bir şeye karar vermeliydim. Müslüman kadının şemasını çizdim kafamda…Yapmam gereken ilk şey tesettürdü… İkincisi ise, işimden ayrılmaktı. Asıl zorluk burada başlıyordu. Bununla beraber ben de bazı şeyleri göze almalıydım. Çünkü ailem bana maddi yardımı koz olarak kullanacaktı. Onlara muhtaç olup etkileri altına girmemi bekliyorlardı.
Üçüncüsü ise çevreden örf adetlerden herşeyden önce içimdeki şeytan’dan kurtulmalıydım. “YA ALLAH” deyip ilk adımı attım. Sonra da bunların devamını getirdim. Yalnız işten çıkmak fikri ailemi çileden çıkardı. Ama ben hiç vicdan azabı duymadım. Çünkü doğru olanı yaptığımdan emindim.
Sonunda kendime bir hedef belirledim. İmam Hatip Lisesi sınavlarına girip sonra da üniversiteye gitmeye karar verdim. Ortaokul ve lise derslerini dışarıdan sınavlara girmek suretiyle verdim. Okumak (ama faydalı olanı) ve çevreme yardımcı olmak amacındaydım. Çeşitli vasıtalarla İslam’a hizmet edebilmek için – bugünkü şartlarda zor da olsa – üniversite tahsili yapmak gerektiğini düşünmeye başladım…