Asrı Saadette Sosyal Hayat

Bilindiği gibi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayatta olduğu, özel­likle peygamberlik görevi yaptığı döneme özel deyişiyle Asr-ı Saa­det denilmesi âdet olmuştur. Allah Resûlü’nün ebedî hayata göçetmesinin ardından gelen yaklaşık kırk yıllık Raşit Halifeler dönemi buna eklenirse yine yaklaşık üç çeyrek asırlık bir dönem eder. Sözkonusu dönem insanlık tarihinin çok az yaşadığı gerçek bir huzur, güven ve saadet devri olmuştur.

Burada bir soru sorulabilir. Acaba insanlık tarihinin bu hu­zur, güven ve saadet dönemine damgasını vuran nedir? îslâm mis­yonunun tebliğ edilişinde olduğu kadar yayılışında da çeşitli güç­lüklerle karşılaşıldığı; zulüm ve haksızlıklar görüldüğü; çeşitli mücadeleler verildiği; hatta kan döküldüğü halde bu döneme yine de Asr-ı Saadet denilmesi hangi sebebe dayanır?

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yirmi üç yıllık peygamberlik hayatı ile yaklaşık kırk yıl süren Raşid Halifeler devri gözönüne alındı­ğında bu sorunun cevabı kolayca verilebilecektir. Bir kere ne kadar çetin mücadeleler, zulümler ve haksızlıklarla geçerse geç­sin Mekke devri dahil peygamberlik dönemi ve onu izleyen sahabe zamanı kelimenin tam anlamıyla bir ideal dönemi olmuştur. Bu döneme ideal dönemi demek boşuna değildir; çünkü îslâm ideali bu devrede kök salmış, filizlenmiş ve nihayet olgun meyveler ver­meye başlamıştır. Kısacası îslâm medeniyetinin temeli bu dö­nemde atılmıştır. O nedenle ortaya çıkan parlak sonuç çekilen sı­kıntıları unutturmaya yetmiştir.

Öte yandan Hz. Peygamber (s.a.v.)’in önderliğindeki sosyal hayat bu dönemde imrenilecek düzeye gelmiştir. Yaratılışın gaye­sine uygun, inançlı idealist toplum ilişkilerinde sorumluluk bilin­ci taşıyan düzeye. Buna ek olarak Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vahiy ışığında gerçekleştirdiği sosyal düzenin eşitlik, hak ve hukuk, adalet gibi bir toplumu ayakta tutan ilkelere dayandığı dikkate alınırsa bütün bu yaptırımların gerçek anlamda uygulama alanı bulduğu bir döneme “Saadet Asrı” demek hiç de yanlış olmayacak­tır.

Şu da var. Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Raşid Halifeler deviıierin-deki sosyal hayat, ekonomi, siyaset, eğitim gibi toplum hayatını düzenlenen hususların başıboş bırakılmayıp belli prensiplere bağlandığı bir hayattır. O nedenle toplum hayatına huzur, güven ve mutluluk getirmiştir. O kadar ki toplumda yaşayan her fert kendini güvende hissetmiştir. Denilebilir ki bunun sonucunda toplumdan kopmalar değil, müşterek idealler etrafında birleşme­ler olmuştur. Dahası sosyal hayatı ferdiyetçilikten kurtarmış, toplumsallığa çekmiştir. Öteki deyişiyle toplum içinde yayaşan her fert görevinin, vazife ve sorumluluğun bilincinde olarak yaşa­mıştır. Böyle bir tutum elbette toplumlara huzur ve güven getirir. O toplum içinde yaşayan fertleri birbirlerine sımsıkı bağlar. Dola-yısiyle gerçek anlamda sosyal hayatın yaşanmasını sağlar. Böyle bir toplum hayatının gerçekleştirildiği dönem ise gerçekten bir sa­adet asrıdır.

însan, yaratılışı gereği mal, can, ırz ve namus güvenliği ister. Hakkını almak, haklı gördüğünü savunmak eğilimi taşır. Asr-ı Saadet, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Kur’ân-ı Kerim doğrultusunda mal, can, ırz ve namus güvenliğini sağlamıştır. Ayrıca toplumun her kesiminden herkes, kendine karşı bile hak bildiğini söylemek­ten çekinmez, halifelere karşı hakkını savunur hale gelmiştir. Bu nedenle de o dönem kelimenin tam anlamıyl “Saadet Asrı” olmuş­tur. Bilindiği gibi Kur’ân’ı Kerim, islâm idealine gönül verenleri kardeş sayar. Hz. Peygamber (s.a.v.), çeşitli vesilelerle mü’minler arasındaki kardeşlik ruhunun pekişmesine çalışmıştır. Onun bu yoldaki çabaları parlak bir sonuç vermiş ve çevresini oluşturan toplum fertleri birbirleriyle kardeş oldukları bilincine ermişler­dir. Fertleri kardeşlik bilinci taşıyan, birbirlerine kardeşin karde­şe yapacağı muameleyi yapan toplum hayatının gerçekten huzur­lu, güven içinde ve mutlu geçeceği kuşkusuzdur.

Son olarak şunu eklemeliyiz. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in özellik­le Medine devrinde toplum bağlarım güçlendiren yaptırımlardan adalet üzerinde ısrarla durduğu görülür. Onun adalet anlayışı iki türlü görüntü verir. Bunlardan birincisi liyakat ve ehliyeti tercih; ikincisi ise suçluyu kim olursa olsun cezalandırmak. Gerçekten Allah Resulü toplumu ayakta tutan adalet müeyyidesini tam anlamıyla ve her iki anlamda gerçekleştirmiştir. Birine bir iş vere­ceği zaman onun kim olduğuna değil, işe layık ve ehil olup olmadı­ğına bakmıştır. Buna ek olarak, toplumda bir suç işlenmesi sözko-nusu olduğu zaman işleyen kim olursa olsun, cezasını vermiştir. Böyle bir tutum bir yandan toplumu ayakta tutacak kuralları işletmek, öte yandan işlenen suçtan zarar görenlerin yüreğini ferahlatmak suretiyle adaleti gerçek anlamda uygulamaktan baş­ka bir şey değildir. Sosyolojik açıdan böyle bir uygulamanın top­lum hayatı yönünden ne derece önemli olduğunu uzun uzadıya izaha ise ihtiyaç yoktur.

Özetlemeye çalıştığımız, başkalarını da ekleyebileceğimiz bu ve öteki hususlar Asr-ı Saadet’e neden saadet devri denilmiş oldu­ğunu açıklamaya sanırız yetecektir. Eklemek gerekirse, her yö­nüyle mükemmel bir lider, fertlerini birbirlerine sımsıkı bağlarla bağlamış bir toplum, ideal birliğine ermiş insanlar ve nihayet o toplumu yönetecek adaletli uygulamalar söz konusu olduğu za­man böylesine ideal bir toplum hayatımn yaşandığı döneme saa­det asrı dönmez de ne denir?

sahabeler