Ah Eyüp, ne yaptın sen? Tüm şımarıklıklarımızı, mızmızlarımızı, ahlarımızı ve vahlarımızı, oflamalarımızı, şikayetlerimizi elimizden aldın.
Tüm bahanelerimizi, amalarımızı tükettin, yok ettin, yaktın Eyüp. Benliğimizi düş kırıklığına uğrattın, ona haddini bildirdin, sınırlarını öğrettin. Benliğimizi bir kekemeye dönüştürüp, savunmasız bıraktın.
Kendimizi artık nasıl kandırabiliriz senden sonra?
Benliğimize ve nefsimize öyle bir kör düğüm attın ki, artık hangi bahanelere sığınacak, hangi gerekçelerle şikayatlere başlayacağız bilemiyoruz Eyüp.
Sen sabrın son sınırını işaretledin. “Bu kadarı olmaz ki canım”ı nefsimizin elinden söke söke aldın. İnsan olmanın erdemini sende görüp sabrın nasıl yapılacağını senden öğrendikten sonra, benliğimizdeki tüm şükürsüzlük kalbimizi daha bir dövüyor Eyüp.
Bize hayatımızın dersini verdin.
Neden yaptın bunu? Bizi utandırdın, mahcup hissettirdin.
Ne zaman aklımıza gelsen yüzümüz kızarıyor baksana. “Böyle de yaşanabilirmiş” diyor vicdanımız.
Vicdanımız her daim seni onaylıyor, doğruluyor, senin yolundan gidelim diye bizi itekleyip duruyor. Ama bizim takatimiz yok Eyyüp.
Ah Eyyüp, sen ne yaptın? Bizim benliklerimiz buna hazır değildi.
Kendimizden başka bir şey düşünmüyor, oyalanıp gidiyorduk işte.
Bedenin yara bere içindeydi.
Ama benliğinden en ufak bir itiraz yükselmiyordu. Şaşırtıcı olan şuydu: Asla “İstirahat-i nefs” için dua etmedin.
Dua etmiyor değildin ama duaların bile şükür ve hamd yüklüydü, O’nu anmak içindi. Kendin için hiçbir şey istemedin.
Her şeyi O’ndan bildin, her şeyden dolayı O’na hamd ettin. İyileşmek için dua etmiyordun, etmen gerektiğine inanmıyordun.
Çünkü sana göre hayat, sadece O’nun için yaşanan hayattı. Hayatın sana bakan yüzüne sen bakmıyordun bile.
İşte sen bu yüzden kahramanlaştın Eyyüp. Hastalık rahatını kaçırmış kaçırmamış, uykusuz gecelere sebep olmuş olmamış, ağzında tat bırakmış bırakmamış, bedensel hazları elinden almış almamış umurunda değildi.
Çünkü hastalığının, kulluğun bir başka biçimi olduğunun farkındaydın. Evet, hastalık O’nunla kurduğun başkaca bir bağlılık haliydi.
Bu yüzden hastalığın yüzüne güldün. Hastalık da senin yüzüne güldü Eyyüp.
Ne zaman ki hastalık kalbine ve diline ilişip de O’nu anmana engel olmaya başladı. İşte o zaman şifa diledin.
Çünkü hastalık artık aranızdaki ilişkiyi engelliyordu.
İyileşmeyi bile kendin için istemedin. Bu ne yücelik Eyyüp.
Bu nasıl bir adanmışlık. Ne kadar şaşırtıcı, ne kadar onurlu.
Sen bizim kahramanımızsın Eyüp. Sabır kahramanımızsın.
Sen sabrın zirvesine çıktın. Bizimse yükseklik korkumuz var.
Oraya çıkarsak başımız döner.
Zirvelerin bol oksijenli havasını ciğerlerimiz kaldıramaz.
Biz o kadar sağlam değiliz.
Bizim zirvelerimiz küçük küçük tepelerden ibaret.
Senin sabrının yüce zirveleri bizim için çok yüksek Eyüp.
Eyüp, ne iyi bir şey yaptın sen.
Ne desek az. Senin yaptığın sabra, tahammüle, tevekkül ve teslimiyete erişmek ne zor Eyüp .
Biliyor musun, düşe kalka ilerlesek de, bazen yan yollara sapsak da, bize yürünmesi gereken yolu sen gösterdin.
İçimizde bu yolda gitme arzusu uyanıyor seninle. Senin gibi şükretmekten, varlığımızın her halini O’na adamaktan uzağız.
Ama biliyor musun, en azından bize umut verdin.
Bunu bir kişinin başarabilmiş olması bile, insanlığımız adına bizi de onurlandırıyor Eyüp.
Herkesin kahraman olması imkansızdır, değil mi Eyüp?
Hem kahramanlar bunu kendileri için yapmazlar ki. Herkes için yaparlar.
Senin sabır kahramanlığın da hepimiz içindi, değil mi?
Bunu insanlığımız adına, hepimiz adına yaptığını bilmek utancımızı azaltıyor, üzerimizdeki yükü hafifletiyor.
Sen bizim sabır kahramanımızsın ve biz de senin kahramanlığını selamlıyoruz.
Çünkü elimizden bu kadarı geliyor Eyüp.