Mahmud Es’ad Coşan Efendiden Nasihatlar
Değerli gençler!
Bir eğitim çalışmasının son günü olduğu, benim de bu münasebetle sizinle bir konuşma yapmam taleb edildiği için aranıza geldim. Tebrik ederim; çünkü ilim yolu cennet yoludur. Eğitim insan faaliyetlerinin en asâletlisi, en kıymetlisi, en şereflisidir. Allah CC bizi ilimden, irfandan hiç ayırmasın… Beşikten mezara kadar ilim yolunda dâim eylesin…
İlmin kaynağı, her şeyi bilen Allah-u Teàlâ Hazretleri’dir; onun kelâmıdır, Kur’an’ıdır. O, Allah’ın sapasağlam ipidir. Onun terbiye eylediği,
(Eddebenî rabbî feahsene te’dîbî) [Beni Rabbim terbiye etti, terbiyemi de güzel eyledi.] buyuran, ilâhî terbiye ile terbiye edilmiş olan Habîb-i Edîbinin yoludur, sünnetidir, sözüdür, tavsiyesidir.
Bütün ilimler eskir. İlkçağdaki alimlerin kitaplarını bugün gülerek okursunuz, dudak bükerek okursunuz. “Nelere nasıl inanmışlar, hayret doğrusu!” dersiniz. Ortaçağdaki alimlerin nazariyeleri eskimiştir. Yakınçağdaki alimlerin nazariyeleri geçilmiş, aşılmıştır. Fizikte değişiklik olmuştur, geometride değişiklik olmuştur, kimyada değişiklik olmuştur… Her şeyde değişiklik olur. Neden?.. Beşerin ilmi de kendisi gibi fânî olduğu için, devamlı bir gelişme içinde, hatalarını anlayıp doğruya doğru hareket tarzındadır. Ama mutlak gerçeği ancak Allah’a sarılanlar, Allah’a kul olanlar, Allah’ın kelâmını bilenler, Allah’ın Rasûlüne uyanlar elde ederler.
İlim, Allah’ın insanlara verdiği en kıymetli ikramıdır. İlmin en şereflisi de, Allah-u Teàlâ Hazretleri’ni bilme ilmidir. Bilgilerin en başta geleni, en şereflisi, en üstünü budur. Ve bu adetâ bir anahtar gibidir. Allah’ı bilen, Allah’a dayanan, Allah’a tevekkül eden, Allah’tan isteyen, duasının kabul olması suretiyle, gözünün perdesi açılması sûretiyle, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin ona lütuflar ihsan etmesi, kerametler bahşetmesi suretiyle, nice nice gerçeklere önceden âşinâ olursa; asırlarca sonra gelen insanlar onun kitaplarını, sözlerini okudukları zaman, hayretten parmaklarını ısırırlar.
Çünkü hadis-i kudsîde buyrulmuştur ki: “Allah-u Teàlâ Hazretleri bir kulu sevdi mi, onun gören gözü olur, işiten kulağı olur, söyleyen dili olur, tutan eli olur, yürüyen ayağı olur. Kişi onunla görür, onunla işitir, onunla söyler, onunla yapar, onunla gider, onunla gelir… O zaman her hali olağanüstü olur.”
Bu olağanüstü haller, mâzîde ve tasavvuf kitaplarında menâkıblardan ibaret değildir. Her devirde vardır, bu devirde de vardır. Ama bu devirde, o kerametlere lâyık olacak insan olmadığından, sizler çok görmeyebilirsiniz. Eski devirde o yolda yürüyen insanlar çok olduğundan, çok görülmüştür de; şimdi namaz kılan kaç tane, müslüman yüzde kaç?.. Takvâ ehli kaç kişi, haram yemeyen kaç kişi?.. Allah’ın sevdiği insanlar çok az olduğundan, Allah’ın en sevdiği mükâfâtlarına mazhar olanlar da azdır.
O bakımdan esas mesele, çok kesin söylüyorum, çok tereddütsüz söylüyorum, üniversitede yıllarını geçirmiş, yirmi sene üniversite hocalığı yapmış bir kimse olarak söylüyorum, teknik bilgileri de az çok bilen, dînî bilgileri de okutan bir fakültede vazife görmüş bir kimse olarak söylüyorum, Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne dost olmadan, sevdiği kul olmadan hiçbir şey elde edemezsiniz! Elde ettikleriniz hiç olur, sonuç sıfır olur.
Onun için bizim büyüklerimiz, bu işi gayet kısa formül haline getirmişlerdir. Demişlerdir ki:
(İlâhî ente maksadî ve rıdàke matlûbî) “Yâ Rabbi, benim maksudum seni tanımak, sana kulluk etmek, seni bilmek ve senin rızanı kazanmağa çalışmaktır!”
Bizim ömrümüz boyunca gayemiz, sizin hayatınız boyunca işiniz, Allah’ın rızasını kazanmak olacak. Bunda hiç tereddüt yok… En sarsılmaz, en büyük gerçek budur. Her işinizi de Allah’ın rızasına uygun yapacaksınız, prensibiniz bu olacak.
Yalnız burada Allah’ın rızasını bilmek ve bulmak meselesi vardır. Allah’ın rızasını herkes bilemez. Allah neden razı olduğunu herkes bilemez. Allah’ın rızası yolunu herkes bulamaz. Ölçüsü sakat olunca, bilgi kaynağı sakat olunca, tesir aldığı kaynaklar ters olunca, kişi ters yönde bilgilenir, değer hükümleri tepetaklak olur. İnsan amuda kalktığı zaman, dünyayı baş aşağı görür. Öyle bir durum olur. Kendisi terstir, kendisinin tersliğini farketmez, başka her şeyi ters sanar.
Onun için, bizim yolumuz Allah’ın rızasını kazanmak yoludur. Ne pahasına?..
(Velev alâ enfüsiküm evil-vâlideyni vel-akrabîn) Adaletten ayrılmamak hususunda söylenmiş bir ayet-i kerime ama, bizim burdaki cümlemizin arkasına fevkalâde uygun düşüyor: Kendi aleyhimize de olsa, ana babamızın aleyhine de olsa, akrabalarımızın aleyhine da olsa, hayatımızın da aleyhine olsa, maddiyatımızın aleyhine de olsa, Allah’ın rızasından ayrılmamamız gerekiyor.
Büyüklerimiz bunu yaşamışlar, uygulamışlar ve böyle göçmüşlerdir. Allah rızası için yaşamışlardır, Allah rızası için ölmüşlerdir, hayatlarını fedâ etmişlerdir. Allah rızası için mallarını vermişlerdir. Allah rızası için ömürlerini ilim yolunda, hadis-i şerif toplamak uğrunda, ilim öğretmek uğrunda, İslâm’ı savunmak uğrunda fedâ etmişlerdir. Doğru yolu bulmuşlardır, doğru yolda yürümüşlerdir, doğru işi yapmışlardır; kazanmışlardır, ahirete öyle göçmüşlerdir.
İnsan nefsinin hazlarını, hevâ-yı nefsini, arzularını esas alırsa mahvolur, helâk olur. İnsanın nefsinin hazları, keyifleri, zevkleri, sefâları, istekleri, arzuları, ihtirasları, hırsları; bunlar insanı helâk eder. Nefsine tâbî olan helâk olur. Şeytana tâbî olan helâk olur.
(İnneş-şeytâne leküm adüvvün mübîn) buyrulmuştur.
Dünya menfaatini esas alanlar, dünya rahatını esa alanlar, zenginliği esas alanlar, yüksek mevkîye çıkmayı esas alanlar helâk olur.
İnsan dünya menfaatini esas aldığı zaman, dünyadan en çok menfaatlenen insan olmaz. Çok garip bir şeydir bu. Dünya menfaatini ayaklar altına aldığı zaman bile, Allah onu başka insanların gözünde dünyanın en nimetli insanı durumuna getirebilir. Neden?.. Kaderde, ezelde öyle yazılmıştır da ondan. Rızık değişmez, kısmet değişmiz de ondan… Gelecek olan ona gelir, helâlinden gelir, reddettikçe gelir, istemeden gelir; çünkü yazılmıştır.
Kadere rıza da Allah’a sevginin, saygının önemli bir parçasıdır. Onun için biz kadere de rıza gösterdiğimizden, yaşamak da ana gayemiz değildir. Bizim kaderimiz vardır, hayatımız bir kaderledir. Ölümümüz bir takdîr-i ilâhî iledir, ölümden de korkmayız. Hayata da öyle, o kadar bel bağlamış değiliz.
(Yeveddü ehadühüm lev yuammeru elfe seneh) “Kâfirler isterler ki, keşke bin sene yaşasalar…” Bizim öyle bir arzumuz da yoktur. Ben nice zatlar bilirim, kitaplarda okumuşum hayatlarını ki, her akşam; “Yâ Rabbi, bari bu akşam al canımı da, sevdiklerime kavuşayım!” diye dua edermiş. Ertesi akşam yine; “Dün akşam almadın, bâri bu akşam al!” diye dua edermiş. Bizim için hayat önemli değil!..
Amr ibnül-As RA, Mısır’da Fustat şehrini muhasara ederken, Fustat şehrinin ahalisi de savunmağa hazırlandığı sırada, onlara bir elçi göndermiş ve demiştir ki:
“–Boşuna savunmaya kalkışmayın, bizimle uğraşamazsınız! Çünkü ben sizin karşınıza öyle bir orduyla geliyorum ki, bu ordunun içindeki her şahıs için, ölmek yaşamaktan daha kıymetlidir. Ölmeye gelen insanlarla geliyorum size… Halbuki, sizin de ana gayeniz yaşamak; ‘Aman ne yapalım da yaşayalım, ölmeyelim!’ diye uğraşırsınız. Onun için bizimle başa çıkamazsınız. Gelin, şu kaleyi teslim edin!” demiştir.
Müslümanın ana yapısı budur. Bu devirde az görülen zihniyet budur. Ama sahabe devrinin, hakîkî asr-ı saadet devrinin İslâm’ının ana yapısı budur. Asr-ı saadet müslümanı efedir, kahramandır, her şeye böyle tepeden bakar, hiçbir şeyden pervâsı olmaz. Bu devrin insanı da korkaktır. Her şeyden korkar, gölgesinden bile korkar.
Birisi gelmiş bir yerde müdür olmuş, daire başkanı olmuş. Hocamız’ın ihvânıdır diye ziyaretine gittim. Bana soru soruyor:
“–Hocam, öğle tatilinde kapıyı kapatıyorum, burda namazımı kılıyorum; acaba bir mahzuru var mı?..” diyor.
Daire başkanı; koca mükellef, maroken koltuklar, gemi gibi masalar kendisine verilmiş… Adam yükselmiş yükseleceği kadar, emekliliği yaklaşmış. Dairesinde öğle tatilinde kapıyı kapatıp, öğle namazı kılmaktan korkuyor. Neden?.. Müslümanlığı zayıf. Ben dedim ki:
“–Evet, mahzurludur. Kapıyı açman lâzım; cümle müstahdemlerin ve maiyyetindeki insanların senin namaz kıldığını görmesi lâzım!.. ‘Bak, benim daire başkanım namaz kılıyormuş!’ demesi lâzım!” dedim
Çünkü İslâm’ı yüksek insanlar uygularsa,
(En-nâsü alâ sülûki mülûkihim) insanlar baştaki insanların yolunca giderler, onlar da iyi insan olurlar. Onlar korkarlarsa, berikiler hiç yanaşmaz.
O bakımdan İslâm ve iman zayıfladığı zaman, insanlar korkaklaşır. İslâm ve iman kuvvetlendiği zaman, ona top tüfek tesir etmez. Amerika, Rusya ondan korkar, hâlâ ondan korkuyor. Bugün Amerika’nın, Rusya’nın, İngiltere’nin, Avrupa’nın, Papalığın, Yahudistanın, her tarafın en çok korktuğu has müslümandır, hakîkî müslümandır.
O müslümanın olmaması için, teşekkül etmemesi için gayret sarfediyorlar. Arıcının petekte arı beyi memesini koparması gibi. Çünkü koparmazsa, ordan arı beyi çıkacak, kovan oğul verecek, bölünecek diye, ne zaman bir arı beyi memesi olursa petekte, onu arıcı koparır ki, arı oğul veremesin, çoğalmasın, yeni bir şey açılmasın diye.
Emperyalizmin başlıca gayreti, İslâm ülkelerinde has müslümanın yetişmemesi için, arı beylerinin yetişmemesi için, onların yetişmesine mahsus olan, peteğin kenarındaki büyük yuvaları tahrib etmekir. Onların asıl işi budur.
Bugün dünyayı düzeltecek olan iksir, hakîkî İslâm’dır, imandır. Bugün dünyaya nizam getirecek, adalet getirecek, dürüstlük getirecek, huzur getirecek, hattâ saadet getirecek, hattâ refah getirecek olan İslâm’dır; adaletli insanlardır, Allah’tan korkan insanlardır; kardeşi için her türlü fedâkârlığı yapabilecek insanlardır, İslâm zihniyetidir. O olmadığı zaman ne bu Amerika’da hayır vardır, ne bu Rusya’da hayır vardır, ne bu medenî batı ülkelerinde hayır vardır, ne şarkta hayır vardır, ne garbda hayır vardır.
Onun için eğitim çalışmanız güzel bir çalışmadır. Eğitimin en güzeli de Allah’ın dinini elde etmektir. Allah o bilgilere sizleri nâil eylesin…
Allah’ın sevgisini kazanmadan, Allah’a rağmen, Allah’a karşı, Allah’la mücadele ederek, hiçbir kimse bir noktaya varamaz! Sonunda perişan olur, mahvolur. Allah’la harb eden Nemrut gibi olur, Firavun gibi olur, mahvolur. Kur’an-ı Kerim’in ayetleri, Allah’la harbedenlerin nasıl mahvolduklarını anlatan kıssalarla doludur.
O bakımdan Allah’la harb edenler korksunlar, titresinler! Allah yolunda yürüyenlere de müjde olsun! Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi kendisinin yolundan ayırmasın…
Allah-u Teàlâ Hazretleri ehl-i Kur’an eylesin, ehl-i sünnet eylesin… Rasûlüllah’ın şefaatine nâil eylesin…
Yoruma kapalı.